2009 yılında seyiciyle buluşan District 9'ın sürpriz başarısından sonra, Neill Blomkamp kendini saygın isimlerin yanına yazdırmıştı. Artık kime teklif götürse, tüm kapılar ona açık olacaktı. Tüm yapım şirketleri ve yapımcılar, istediği bütçeyi sağlayacaktı. Nitekim öyle de oldu ve yönetmen, ikinci filmi Elysium'u önemli oyuncularla, büyük miktarda parayla ve ilk filminin getirdiği başarının gururu ile çekti...
Elysium, gelecekte, 2154 yılında geçiyor. Dünyâ fakirlikten, kıtlıktan, kirlilikten, türlü türlü hastalıktan bitap düşmüş bir hâle gelince insanlar, uzaya gezegenimsi bir yeryüzü inşa ederler. Elysium adını verdikleri bu dünyada zenginler yaşamaktadır. Elysium'un nimetleri saymakla bitmiyor. Orada yaşamını sürdürenler, robotlardan yardım almakta, hiçbir zaman hasta olmamakta ve sürekli partiler vermekte, güle oynaya yatıp kalkmaktadırlar. Dünyâda ise durum çok vahimdir. Gecekondulaşma, zorunlu göçler, kenar mahalleler, serseriler, karteller ve işçi sınıfı... Yâni insanoğlu için ikiye bölünmüş diyebiliriz: Köpek gibi sürünen fakirler ve dilediği şekilde yaşayan zenginler. Ki bu her zaman, ilk insan var olduğundan beri, süregelen hayatın acımasız kurallarından biri, öyle değil mi?
Neill Blomkamp, işte bu yüzden Hollywood'un en kayda değer yönetmenlerinden biri. District 9'da işlediği temanın benzerini Elysium'da tekrar görüyoruz. İki filmin ne alakası var demeyin. Zirâ her iki eserinde de yönetmen, ırkların ve milletlerin dengesizliğine, eşitsizliğine bolca yer veriyor (hatta District 9'da gerçek olaylardan esinlenildiği iddiası gündemdeydi bir aralar). District 9'da bunu daha az hissetmiştik. Ancak Elysium başlı başına eşitlik, adalet, fakirlik, zenginlik kavramları üzerine kurulu. Durum böyle iken, maalesef, Akademi'nin, eleştirmenlerin ve anti-komünistlerin hedef tahtası hâline gelmemek elde değil. Hollywood Reporter bile yaz aylarında, Elysium'u "sosyalist bilimkurgu" olarak lanse etmişti. Eğer Elysium sadece aksiyondan ibaret olsaydı, filmin notları havaya uçardı. Ne diyelim, bazı insanların bir yerine batıyor böyle konular, bu yüzden sevilmedi Elysium.
Asıl konuya dönersek, Max (Matt Damon) fabrikada çalışan bir işçidir. Günlük işlerini yerine getirirken ölümcül bir kaza geçirir. Uyandığında, robot tarafından altı gün içinde öleceği söylenir. İyileşmenin tek yolu Elysium'a çıkmaktır, Elysium'a çıkmanın tek yolu da, zamanında hapis yatmasına neden olan yeraltı örgütünün isteğini yerine getirmektir. Max'ten, Elysium'dan dünyâya kısa süreliğine gelen, zengin bir iş adamının beynindekileri, vücudunu çepeçevre saran cihazına transfer etmesi istenir. Görevi tamamlar tamamlamasına fakat ele geçirdiği bilgiler paha biçilemez derecede değerlidir ve dünya tarihini değiştirecek güce sahiptir.
Elysium'un hikâyesi ilk başta göze orijinal, eşsiz geliyor -ki gerçekten öyle. Ancak uygulamaya gelince, kolaya kaçıldığını görüyoruz. Neill Blomkamp filmine, en ufak bir sürpriz veya seyirciyi yerinden hoplatacak bir sahne eklememiş. Sanki senaryoyu yazıp filmi 10 günde çekmiş, sonra geri dönüp bakmamış bile. Matt Damon'ın karakteri gözüktüğü her sahnede anti sempatikliğini belli ediyor; filmin başrol oyuncusu olduğundan, karakter için hiçbir şey hissetmiyorsunuz, çünkü çok karton. Üstüne üstlük, aşk hikâyesi ile bezenmiş; buram buram klişe ve yapmacıklık kokuyor. Max'in Elysium'a çıkma çabalarını seyrederken bir Wikus van der Merve aradım, ama bulamadım. Ayrıca koskoca Hollywood'da oyuncu kıtlığı mı vardı da Alice Braga'yı oynattınız?
Neyse ki, bu eksiklikler filmi kötü yapmıyor. Her ne kadar kovalamaca sahnelerinden ibaret olsa da, aksiyon sekanslarının kurgusu hârikâ, izlerken doyamadım. Bu konuda Blomkamp'ın üstüne yok sanırım.
Konu Elysium iken, Sharlto Copley'yi es geçmek yakışmaz. Bilimkurgu yapıtlarındaki rolleriyle tanınan Güney Afrikalı aktör, Elysium'un psikopat kötü adamını canlandırıyor ve açıkçası, beklentilerin çok üstünde bir iş çıkarmış. Koltuktan kalkınca belki de unutamayacağınız tek unsur Copley'in performansı olacak. Filmin diğer yıldızı Judie Foster, Elysium'un savunma bakanı rolüyle ekranda. 51'ine merdiven dayamış oyuncuyu yıllar sonra yine bir filmde, alışılanın aksine kötü birini oynadığını görmek, muhteşem.
Bu bağlamda; sosyal yönüyle kuvvetli senaryosu, unutulmaz kötü adamları, CGI ile bezeli manzaralar ve dövüş sekanslarının Elysium'u kurtardığı söylenebilir. Klişe yan hikâyelere yer verilmeseydi, daha özenle ele alınsaydı, Elysium'dan daha ne malzemeler çıkardı. Maalesef, Blomkamp'ın sarhoşluğuna denk gelmiş biraz.
+ Kötü karakterler.
+ CGI efektleri.
+ Aksiyon.
- Klişe ve karton karakterler.
- Robotlar, Star Wars'un stormtrooper'larını aratmıyor.
- Alice Braga.
Elysium'un hikâyesi ilk başta göze orijinal, eşsiz geliyor -ki gerçekten öyle. Ancak uygulamaya gelince, kolaya kaçıldığını görüyoruz. Neill Blomkamp filmine, en ufak bir sürpriz veya seyirciyi yerinden hoplatacak bir sahne eklememiş. Sanki senaryoyu yazıp filmi 10 günde çekmiş, sonra geri dönüp bakmamış bile. Matt Damon'ın karakteri gözüktüğü her sahnede anti sempatikliğini belli ediyor; filmin başrol oyuncusu olduğundan, karakter için hiçbir şey hissetmiyorsunuz, çünkü çok karton. Üstüne üstlük, aşk hikâyesi ile bezenmiş; buram buram klişe ve yapmacıklık kokuyor. Max'in Elysium'a çıkma çabalarını seyrederken bir Wikus van der Merve aradım, ama bulamadım. Ayrıca koskoca Hollywood'da oyuncu kıtlığı mı vardı da Alice Braga'yı oynattınız?
Karşınızda, Sharlto Copley. |
Neyse ki, bu eksiklikler filmi kötü yapmıyor. Her ne kadar kovalamaca sahnelerinden ibaret olsa da, aksiyon sekanslarının kurgusu hârikâ, izlerken doyamadım. Bu konuda Blomkamp'ın üstüne yok sanırım.
Konu Elysium iken, Sharlto Copley'yi es geçmek yakışmaz. Bilimkurgu yapıtlarındaki rolleriyle tanınan Güney Afrikalı aktör, Elysium'un psikopat kötü adamını canlandırıyor ve açıkçası, beklentilerin çok üstünde bir iş çıkarmış. Koltuktan kalkınca belki de unutamayacağınız tek unsur Copley'in performansı olacak. Filmin diğer yıldızı Judie Foster, Elysium'un savunma bakanı rolüyle ekranda. 51'ine merdiven dayamış oyuncuyu yıllar sonra yine bir filmde, alışılanın aksine kötü birini oynadığını görmek, muhteşem.
Bu bağlamda; sosyal yönüyle kuvvetli senaryosu, unutulmaz kötü adamları, CGI ile bezeli manzaralar ve dövüş sekanslarının Elysium'u kurtardığı söylenebilir. Klişe yan hikâyelere yer verilmeseydi, daha özenle ele alınsaydı, Elysium'dan daha ne malzemeler çıkardı. Maalesef, Blomkamp'ın sarhoşluğuna denk gelmiş biraz.
+ Kötü karakterler.
+ CGI efektleri.
+ Aksiyon.
- Klişe ve karton karakterler.
- Robotlar, Star Wars'un stormtrooper'larını aratmıyor.
- Alice Braga.
ELYSIUM (2013)
7/10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder