Steve McQueen, Hunger (2008) ve Shame (2011) ile hem bireysel hem toplumsal hayatın acı yönlerini konu almış; teknik açıdan kusursuz, akılda kalıcı, bağımsız biçimiyle Michael Fassbender'ın devleştiği iki filme imzâ atmıştı. Hunger'da 1981'in İrlandası'nda gerçekten yaşanmış bir direnişi, İngiliz emperyalistlerine karşı açlık grevine giren lider Bobby Sands'in hapishane hayatı çevresinde anlatmıştı. Geçtiğimiz günlerde eleştirisini yazdığım Shame'de ise varlıklı bir seks bağımlısının, kız kardeşinin şehre gelmesiyle başlayan olaylar silsilesini ekrana aktaran İngiliz yönetmen, tüm dünyâyı ve insanlık tarihini yakından ilgilendiren bir toplumsal utanç kaynağı olan kölelik mevzusunu, son eseri 12 Years a Slave'de işliyor. Film; üst sınıfa mensup, evli ve iki çocuklu keman virtüözü Solomon Northup'ın, iş teklifi için geldiklerini iddia eden adamların tuzağına düşmesi sonucu Amerika'nın güney eyaletlerine götürülüp köle olarak muamele görmesini, orada şahit olduğu acıları ve deneyimleri, Northup'ın 1841'deki kaçırılışından tekrar özgür bir birey olduğu 1853 senesine kadar başından geçen olayları özgürlüğüne kavuştuğu ilk yılında kaleme almış olduğu 12 Years a Slave/12 Yıllık Esaret kitabına dayanmakta...
Öncelikle belirtmek gerek ki 12 Years a Slave, alışık olduğumuz bir türün eseri ve gücünün büyük kısmını "gerçek olaylara dayanmaktadır" ibaresinden alan bir konuya sahip, klâsik köle dramı. Bu nedenle Steve McQueen gibi yenilikçi niteliklere sahip biri için konunun biraz fazla demode kaldığını söylemek mümkün. Hemen yanlış yargılara varmayın. Demode derken kötü demek istemedim. Aslında bu paragraf, McQueen'in önceki yapıtlarını izleyip hayran kalan kitleye yönelik. Bu kitle, ben de dâhil olmak üzere, Hunger ve Shame'deki farklılığı, deneyselliği ve yönetmene özgü anları 12 Years a Slave'de pek bulamayacak. Zirâ konu, oyuncular ve yapım itibariyle 12 Years a Slave, Akademi'nin bayılacağı türden tam bir Hollywood yapımı.
Dediğim gibi, 12 Years a Slave, Solomon Northup'ın Amerikan Sivil Savaşı öncesinin güneyinde geçen destansı hikâyesini anlatıyor. Hikâye içinde yol alırken hiçbir detay atlanmadan, tüm pisliğiyle ve gerçekliğiyle yaşananlar önümüze sunuluyor. Teknik alanda pürüzsüz filmde casting seçimlerinin yanısıra ünlü isimlerin de senaryoya kattığı özelliklerinin olması 12 Years a Slave'in en iyi yanları. Spielberg'ün '97 yapımı köle dramı Amistad'da da rol alan Chiwetel Ejiofor'un önderliğindeki oyuncu kadrosu Michael Fassbender, Benedict Cumberbatch, Sarah Paulson, Paul Giamatti, Brad Pitt ve sinemaya ilk girişiyle Oscar adaylığı kazanan Lupita Nyong'o'dan oluşuyor. Hepsi de senaryoya çomak sokmadan, sakince, başarıyla işlerini yerine getirmişler; hâliyle bir çoğu da mükâfatlarını elde etmiş. Özellikle Ejiofor'un, filmin son anlarında gözlerine baktığımızda, çektiği acıları tüm masumiyeti ve açıklığıyla görüp hissetmek mümkün. Öte yandan, insanlara işkence etmekten zevk alan köle sahibini canlandırmada da Alman aktör Fassbender en az Ejiofor kadar emek sarf etmiş.
12 Years a Slave bazı alanlarda ne kadar başarılı ve Hollywood'un gözünde prestijli de olsa, eksikleri de göz ardı edilmemeli. Ana karakterin olaylara hiçbir tepki vermemesi, sadece ağlayıp emirleri yerine getirmesi, kısaca şartları kabûllenmesi, filmi tam anlamıyla bir "belgesel"e dönüştürüyor. Gerçeklerden yola çıkılmasının bu durumda büyük pay sahibi olduğuna şüphe yok, fakat direniş, isyân, karşı kuvvet gibi temaların üstüne gidilmemesinden mütevellit 12 Years a Slave sadece geçmişin kirliliğini gösteren bir araç pozisyonunda. Kölelik zaten bildiğimiz ve utanç duyduğumuz bir konu. Bu konuyu işlerken filmde ilgi çekici ve bu acımasız, zâlim, üst tabaka insanlar tarafından belirlenen yaşam kanunlarını tehdit eden veya eleştiren -Brad Pitt'in gözüktüğü tek bir sahne dışında- hiçbir unsurun bulunmaması, filmi düz bir seyirlik hâline getiriyor. İşin daha kötü tarafı, izlerken neşeli dakikalar geçirmek yerine bolca acıyla karşılaşıyoruz. Bu acılar eşliğinde, 12 yıl göz açıp kapayıncaya dek sona eriyor ve koltuktan çoğunlukla etkilenmiş, azıcık hayal kırıklığına uğramış şekilde kalkıyorsunuz. Açıkçası Steve McQueen'den, İncil'in okunduğu sahnelerde arkaplânda zencilerin ağlamasını seyirciye dinletmesinden çok fazlasını beklerdim.
12 Years a Slave için diyeceklerim bu kadar. Film olmuş mu? Elbette olmuş. Yönetmenin önceki eserleri gibi, aklımıza kazınan bir tecrübe 12 Years a Slave. Uzun süre düşünmemize, olaylar arasında bağ ve bağlantı kurmamıza neden olacak. Ancak kurgu daha iyi olabilirdi. McQueen bize pasif bir gözlemciden çok, sisteme meydan okuyan birini gösterebilirdi. Klâsik, "beyaz adam geliyor, günü kurtarıyor" temalı acele bir sona başvurulmamalıydı. 12 Years a Slave, bir Akademi oyuncağı olarak değil de; zevkle, hırsla, azimle ele alınmalıydı.
+ Casting.
+ Mükemmel oyunculuklar.
+ Sinematografi.
+ Brad Pitt'in sakalı.
+ Brad Pitt'in sakalı.
- Başrolün olanlara seyirci kalması.
- McQueen severler yeni bir şey bulamayacak.
- Akademi oyuncağı.
- McQueen severler yeni bir şey bulamayacak.
- Akademi oyuncağı.
- Basit final.
- 12 yıl ne çabuk geçti...
12 YEARS A SLAVE (2013)
7,5/10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder