(Spoiler içerir)
Aslında The Walking Dead, 2004'te, ilk çıktığı yıllarda -tabiri caizse- kimsenin umrunda olmadığı, hatta zombi saçmalığı diye kötülediği, yüzüne bakmadığı bir çizgi roman serisidir. AMC'nin, dizi haklarını resmen satın aldığını, çizgi romanı TV'ye aktaracağını duyurduğu 4-5 sene öncesine kadar anca kendi çapında bir kitle edinmişti seri. Öyle ki koskoca AMC bile, dizinin fazla seyirci çekmeyeceğini düşünerek, yüksek maliyetten de biraz tasarruf etmek, riske girmemek adına sadece 6 bölümlük bir pilot sezonu ayarlamıştı. Ancak TV'de, ekran başına geçtiği ilk dönemde reyting canavarına dönüşüverdi ve kısa zamanda dünyanın en popüler seyirliği oluverdi. Başarının asıl sırrı, zombilerin popüler kültürde göz ardı edilmeyecek yükselişte olmaları ve böyle bir projenin televizyonda ilk kez denenmesi (eminim ki TWD yerine en dandik zombili yapım bile ilgileri üzerine çekebilirdi o günlerde, hâlen de işe yarayabilir). İkinci nedeni ise deneyimli, öngörülü yapımcılarla, senaristlerle çalışılmış olmasının getirdiği avantaj; çizgi romanı diziye adapte etmek pek kolay değil hâliyle. Son olarak, AMC'nin okyanus aşırı ülkelere kadar yaymayı başardığı reklam politikasını da unutmayalım.
Geçtiğimiz gün, dört sezonu resmen geride bıraktık, oysa daha dün gibi hatırlıyoruz Rick'in hastanede uyanışını; panik, acı, endişe içinde etrafı kolaçan edişini, şehre dönüşünü... Biraz flashback yapacağım. İlk 6 bölümlük sezon türü itibariyle, sanat yönetimiyle, dekorlarıyla, her telden karakterleriyle, zombileriyle, akla hayale sığmayacak fikirleriyle, kanla, fevkalbeşerlik ile deneyimlediğim en muhteşem ekran seyirliklerinden biri olmakla beraber, ikinci sezon için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Hiç ama hiçbir TWD izleyeni aksini iddia etmez/edemez: 12 bölümlük ikinci sezon, dizinin adeta yüz karası, sürekli ağlayan, sinir bozucu üvey çocuğu idi. İnanılmaz yavaşlıkla işlenen sezonun ardından gelen, formüle 4 bölüm daha ilave eden üçüncü sezon derdimize derman olmuş, ilginç karakterleri, yeni yerleri, televizyon tarihine adını kanla kazıtan kötü adamı ile gönlümüzü fethetmişti. İkinci 8'lik kısımda beklentilerin altında seyir ettiyse de, geçen sezonlara göre çıta hep yüksek tutulmuştu.
İnişli-çıkışlı gidişe dur demek isteyen yapımcılar, 4. sezon hakkında bayağı düşünmüşler, bu çok açık görülüyor. Scott M. Gimple'ın baş yapımcı olarak göreve başlamasıyla diziye kendine ait kimliğin yanında, rakipleri Game of Thrones, Homeland, House of Cards, Mad Men gibi ödüllü yapımların yaptığını örnek alarak, belirli bir farklılık, bir bakış açısı yaratmak istediler. TWD nüansının, iyi-orta-kötü vasıflı her bölüme yayılması gerekiyordu, ki bir bölüm heyecanlı, kıran kırana geçerken hemen ardından gelen sessiz sedasız, olaysız bölüm kendini daha kolay affettirebilsin, unutturabilsin ve seyirci, gelecek haftayı iple çekebilsin, diziyle bağı çözülmesin. Dikkat ettiyseniz, bu formülü uygulayan ve başarılı olamayan diziye nadiren rastlanır.
Dolayısıyla, genel olarak pek çok insan 4. sezona aynı ümitlerle, aynı beklentilerle başlamıştı; 3. sezonun daha hareketlisini talep edenler az değildi. Grup, hapishanede düzenli yaşama geçme aşamasında bulunurken aksiyon talep etmek ne kadar hayalci olur, tartışılır, ama böyle tipler çoğunluktaydı işte. Sezon başlamadan önceki istekleri okumak sizin için gereksiz sayılabilir. Bunları yazıyorum çünkü sezonun bütünlüğü açısından önem teşkil eden şeyler. İnsanlar hayal kırıklığına uğramadı değil zirâ. 4. sezonun ilk yarısı pek bir hareketsiz geçti, karakter anlarına, diyaloglara ağırlık verildi, kişilere sevgi beslenmemiz istendi, çünkü dizi o sevgi bağını, karakteri öldürme yöntemiyle ilerideki bölümlerde yok ederken gerçekten üzülelim. Bu formül yabancı gelmiyor, değil mi? Son rahmetlilerden Hershel'ı örnek verelim. İkinci sezonda karşımıza çıktı, Dale ile birlikte dizinin ikinci yaşlı adamıydı, Dale ısırılıp ölünce, 3. ve 4. sezonda bilge rolü ona kaldı. 3. sezondaki genel karışıklıktan ötürü Hershel pek öne çıkmadı, ancak yeni sezonun ilk yarısında en çok ekran süresine sahip oyuncu belki de oydu. Demem o ki, kim yakında ölecekse, o kişinin ekran süresi ne hikmetse artıyor, seyircinin gözünde değerleniyor, ve yapımcılar soğukkanlılıkla onu elimizden alırken, üzülmeden, sövmeden edemiyoruz. Ne Game of Thrones ne Breaking Bad; bu durumu geçtiğimiz 10 yılda en iyi değerlendiren dizi The Walking Dead olmuştur. Ve rahatlıkla söylenebilir ki 4. sezon, aramızdan ayrılanlara en çok üzüldüğümüz ve karakterlerle en sağlam bağı kurduğumuz dönem oldu. Özellikle ilk düzlükteki salgın hastalık ile mücadele esnasında dizi, sevgi bağını güçlendirmek ve nüans yaratmak gayesiyle durağan bir politika izledi. Vali'nin gelip her şeyi talan etmesinden sonra yaşanan gruplaşmaları, yalnızlaşmayı, hayatta kalma mücadelesini göz önüne alırsak, ilk yarı için, ikinci yarıya hem olaysal hem ruhsal açıdan iskelet oluşturuyor ifadesini kullanmak mümkün.
4. sezonda olaydan çok karakter ağırlıklı bir vizyon edinen yapımcı ekibi, izleyicilerini bu noktada ikiye ayırdı. Vali'nin ateşler saldığı, Andrea dâhil toplam 27 kişinin öldüğü sezon finalinden sonra gösterilen bitki ekim ve nefs-i müdafaa dersleri, beni de biraz zıvanadan çıkarmadı değil, ama birlikte geçirdiğimiz dört yılın geneline bakınca, karakter anlarının üstün geldiği bir sezon ortaya koymak farz olmuş gerçekten. Seyirciyi ikiye ayırdı, çünkü söz konusu hamle geç geldi, TWD yeni değil, dört yılını geride bırakmış, maşallahı var, reytingi de var, dolayısıyla -fasit daire misali- bol bol diyalogla sıkmaya başlaması kabul edilemez, anlarım. Yapılması gereken, 1 veya 2. sezonda bu yoldan gitmekti, veya 3 ile 4'ün yer değiştirmesi!
16 saatlik sezonu tam ortadan ikiye ayırmak lâzım. Birinci yarı, grubun hapishaneneye alıştığını, gündelik rutinler edindiğini, belki de gerçekten tüm olanlardan önceki gibi bir yaşama sahip olabileceklerini gösterirken pat, salgın çıkageldi, Carol iki kişiyi yaktı, ölümler oldu. Rick'in Carol ile geçirdiği, onu sürgün ettiği bölüm, ilk yarının en sağlam bölümüydü hiç şüphesiz (aslında Rick'in yer aldığı her bölüm iyi, o da ayrı konu).
6. ve 7. bölümleri de ayrı kefelere koymalıyız, zirâ hikâye bir gıdım ilerlemedi, ve başrollerin hiçbirini göremedik. Bunun nedeni de Vali'nin geri dönmesiydi. Bu bölümlerin işlenişi tek kelimeyle şahaneydi. 20 adamını katlettikten sonra Woodbury'ye döndüğünü ve orayı yaktığını, taş üstünde taş bırakmadığını öğrendik. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilemesek de, sakallar tercüman oluyordu bazı şeylere... Kabul edelim: Bir an gerçekten iyi yönde değişim gösterdiğine, aile babası olabileceğine inandınız, değil mi? Dürüst olalım: Ne bok olduğunu anladığınızda tekrar nefret ettiniz; Rick'i ölümüne pataklarken Michonne'un araya girip samuray kılıcıyla deşilmesini izlerken de zevk almamak elde değildi... Sezonun en cesur bölümü olan yarı sezon finalindeki savaş, Hershel'ın acımasızca öldürülmesi, Daryl'ın el bombasını tankın namlusuna fırlatması, Judith'in kaybolması, Vali'nin ölüme terk edilmesi, Glenn'in hapishanede hasta hâlde tek başına kalması, grubun yollarının ayrılması; ne çok şey yaşandı sadece bir bölümde. Özellikle büyük prodüksiyona ve geniş seyirci kitlesine sahip yapımların sezon finallerinin 40 dakika değil de, minimum 1 saat olması gerekiyor. Aksi hâlde ya aktarılmak istenen duygu şarjörü boşaltılamıyor, ya aceleye getirilip karman çorman karışımlar ortaya çıkıyor, ya da seyirci isyan ediyor. Neyse ki, bazen de tam tersi yaşanıyor; TWD'deki gibi!
İkinci yarıda dizi, zaruri olarak, daha önce hiç tercih etmediği yollardan geçti, denemediği yöntemleri deneyimledi: Tıpkı çizgi romanda olduğu gibi, tüm karakterleri dağıttılar, hâl böyleyken karakter anlarına ekseriyetle maruz kaldık. Bazı gruplar; Rick-Carl, Daryl-Beth ve Glenn'in Abraham'ın adamlarıyla birleşmesine bir şey demedik, pek enteresan malzeme yoktu, ama bizim için yeni kaynaşımlar ve Terminus umudu yeterliydi. Ammavelâkin Tyreese'in iki veled-i zinâ ve Carol ile bir araya gelerek oluşturduğu dörtlü sinir bozucu ve tamamen gereksizdi. Tyreese'i tanımamız açısından iyiydi, diğer yandan ölümü çok ertelenmiş olan Carol'ın -nutukları ne kadar minimuma indirgense- The Walking Dead'e momentum kaybettirdiği açık. Neyse ki, iki kız kardeş ile ilgilendikleri bölümde güzel ve tutarlı bir duygusallık yakalayıp kendilerini birnevî affettirdiler. Artık gruplaşmalar bittiğine göre, rahat sayılırız.
Diğer gruplar için farklı söylemlerim olmayacaktır. 4. sezonun en iyi yanı, herkesi tanımak, onların iç dünyasını görüp zombi kıyametinin kalıcı, hazin etkilerini ve yeni düzen hakkındaki görüşlerini bizzat karakterin gözlerinden görmemizi sağlamasıydı. Kadroya yeni katılan oyuncuların gelecek sezon kendilerine büyük yer edineceklerine şüphe yok. Abraham tam anlamıyla badass. Eugene'in de değişik bir hikâyesi var fakat buna değinilmedi, sezonun yapısından mütevellit arkaplanda kaldı. Eugene, hastalığın nasıl ortaya çıktığını bildiğini ve tedavi yöntemininin varlığını iddia etse de bu, çizgi roman okurları için sürpriz niteliğinde olmayacaktır, çünkü nasıl sonlanacağını biliyoruz. Ancak AMC seyircilerini etkisi altına alacaktır, tedavi arayışına yönelmek, beşinci sezonun ana konularından biri olacaktır, ve pek de çetrefilli olacaktır, eğer mantıklı işlenirse.
İkinci yarının bana göre en kötü yanı, önemli kişileri görmediğimiz zamanlar idi. Bazı bölümler çıkageldi ki, Rick'i, Daryl'ı, Glenn'i 2-3 hafta seyredemedik. TWD nüanslarından biri de kesinlikle bu yöntem. Kişiye özel bölüm hazırlamayı üçüncü sezondan beridir uyguluyorlar; bu sezon ise, ilk yarıda Vali'nin iki adet solo bölümü haricinde homojen dağılıma rastlanırken ikinci yarıda tekrardan izole edildik. Bu kurnaz taktiğe biraz karşı olduğumu belirtmeliyim. Kimi zaman, her ne kadar başarılı ele alınsa da, başrollerin bir kenara atılıp haftalarca bekletilmesinin son derece yanlış olduğunu, hatta ileri gidersem, senaryo bakımından kolaya kaçıldığını söyleyebilirim.
Böylece, sezon finaline geldik. Yürüyen Ölüler'in yaratıcısı ve aynı zamanda dizinin de uzun zamandır yapımcısı olan Robert Kirkman'ın hakkında "Aklınızdan çıkmayacak." ifadesini kullandığı, adı sade bir "A" olan sezon finali, üzerinde "Kim varacak, kim ölecek?" yazılı 6 farklı karakter posteri ile alakasız bir şekilde, odak noktasına yalnızca Rick'i aldı. Bu nedenle, ben de dâhil olmak üzere, seyirci milleti bol aksiyonlu, gerilim dolu dakikalar beklerken normal bir bölümmüş gibi son derece sakin, olaysız, ölümsüz geçen final birçok kişiyi kızdırdı. Kötü yorum yapanlara hak vermem bir yana, şahsen ben, sezon finalini aşırı derecede güçlü ve etkileyici buldum. Rick'in psikolojik tahlili büyük önem teşkil etmekle beraber, protagonistin sezon başında hapishane bahçesinde çiftçilik oynamaya soyunurken ve öbür yandan acılı geçmişini peşinde sürüklerken yaşadığı ikircikli ruh hâlinin bir neticeye varması gerekliydi. "Ben nasıl bir adamım?" sorusunu Hershel'dan flashback'ler eşliğinde kendine soran Rick, 16 hafta sonunda beklediği cevabı kendi ağzıyla verdi: "Tyreese'e ne yaptığımı gördün, belki tümüyle değil ama böyleyim işte. Tek amacım Carl'ı korumak..." Daryl'a "Kardeşimsin." demesi bile, başlı başına tüm bölüme yeter de artar...
Terminus sakinlerinin yamyam olduğu herkesçe biliniyor artık, size de sürpriz olmamıştır umarım. Yapımcılar saklamaya, üstünü örtmeye çalışsa da her şey gün gibi ortada: İnsan yiyen manyaklar arasında kafese tıkıldılar. Çizgi romanda yamyamlar, hatırladığım kadarıyla, Dale'ı yakalayıp yiyorlardı. Ancak ömürleri fazla değildi. Ormanda ziyafet çekerken, arkalarına dayanan silahın ateş alması sonucu tahtalıköyü boyluyorlardı, ateş emrini veren de, elbette Rick'ti. Şimdi, bir kere daha karşıma çıkan yamyamların, başlarında gelecek sezonun kötü adamı Gareth ile beraber neler yapacağı, zeka seviyelerinin ne kadar yüksek olduğu merak konusu. Belki de merak konusu olmayan tek şey, Gareth'ın, aslâ ama aslâ Vali kadar ürkütücü, etkileyici, karizmatik bir kötü adam olamayacağı. Vali, televizyon tarihine psikopatlığıyla, manyaklığıyla, acımasızlığıyla, makyavelistliğiyle ve taktiksel zekâsıyla adını kazıtan meşhur tiplemelerden biriydi. David Morrissey'in oyunculuğuyla hayat bulan karakter keşke ölmeseydi, bence hâlâ gerekli ilgiyi üzerine çekebilir, farklı olay örgüleri yaratabilirdi... Bu açıdan Gareth'ın işi zor gözüküyor.
Sonuç
The Walking Dead, dördüncü sezonu ile birçoğunun yüzünü güldürmeyi başarsa da ihanete uğramış gibi hisseden sadık seyirciler de az değil. Bana kalırsa bu kadar abartılmaması lâzım. Dizi, bu sezon ile kendine ait bir kimlik kazandı; nüans farklarını daha ön plana çıkararak "The Walking Dead tarzı"nı yarattı; her büyük, iddialı eserin yapması gerekeni yaptı. İlk yarı daha tutarlı, daha homojen davranan sezon, ikinci yarıda bazı bölümlerde tökezledi, zorlandı, bazen sıkıldık, ama en önemlisi, önceki sezonlarda olduğu gibi inişli-çıkışlı bölümlerle sinir katsayısını maksimuma çıkartmadı, onun yerine bütünü tamamlayıcı bölümlerle sezon finaline kadar kombine katlar inşa etti. Ayrıca, yarı sezon finali ve sezon finali, dizinin en iyileri arasına girdi. Bu sezon gerçekten eksantirik fantezilere tanık olduk; tavandan aylaklar sallandı, hapishaneyi saran teller çökertildi, zombilere yine farklı "ölüm açıları" getirildi; demek ki her türden pis şeyi gördüğümüz yapımda fikirler tükenmemiş.
Bunların dışında; Vali'ye veda ettik, Glenn ile Maggie kavuştu birbirine, Abraham ve ekibi, yeni karakterler bakımından çok doğru seçimler, Terminus merak cezbedici, Beth'e ne olduğu hâlâ bilinmiyor, Judith nerede, Tyreese ve Carol arayışlarına devam ediyor, Daryl ise hâlâ badass ve çizgisinden hiçbir şey kaybetmedi... Bu arada Rick'in gerçekten tıraş olması; Andrew Lincoln'a da hak ettiği Emmy veya Altın Küre adaylığının verilmesi gerekiyor.
THE WALKING DEAD 4. Sezon
8/10
Güzel inceleme, eline sağlık
YanıtlaSilGüzel yorumlar için teşekkürler güzel değerlendirme ve iyi bir tartışma olmuş
YanıtlaSil