Peer pressure, hem hayat hem sinema açısından bilmemiz gereken önemli bir kavramdır. Türkçe'ye psikolojik baskı; argo diline gaza gelmek olarak çevirebileceğimiz bu durumu, hepimiz yaşadık ve muhtemelen hâlâ farkında olmadan yaşıyoruz. Hayatî konular bağlamında baktığımızda peer pressure, genelde gençlikte yapılan hatalar için kullanılır. Çünkü arkadaş çevresi yüzünden sigaraya başlamak, kumar oynamak, vandalizm faaliyetleri gerçekleştirmek vs. eylemler gençken, yâni "ham" iken yapılır. Peer pressure'ın örneklerini yaşamımızın her alanında görürüz. Bir konu hakkında yorumlarımızı dile getirirken de, özellikle sanatsal çalışmalarda, özellikle sinemada... Quentin Tarantino, Wes Anderson, Alexander Payne, Martin Scorsese gibi, yetenekleri ve yöntemleri tüm dünyâca kabul görmüş ve takdir edilmiş, eserleri ödüllendirilmiş yönetmenlerin, ne zaman yeni film çekecekleri gündeme gelse, hiç şüphesiz beklentiler yüksek tutulur. Oyuncular, senaristler, görüntüler, fragmanlar, promolar, sneak peek'ler, zart zurt... Film olabildiğince yüceltilir. Yapım şirketleri bu taktiğe bayılırlar. Uzman eleştirmenler iyi puanlar verir. Film vizyona girdiğinde de, salonda koltuğumuza oturduğumuz anda, filmin iyi olacağı düşüncesiyle (!) izlemeye başlarız... En nihayetinde, kendimizi zikir çeken tarikat müritleri misali filmin kötü olamayacağına dair şartladığımızdan dolayı, filmi beğeniriz, övgüler yağdırırız, tavsiye ederiz. Bazen filmi hiç izlemeden kendimizi buna ikna ederiz. Ve bu illa yeni yapımlar için olmak zorunda değildir. Örneğin; 2001'i izleyip, sırf Kubrick yönettiğinden dolayı, abuk sabuk nedenlerle filmi yere göğe sığdırayamayan insanları bizzat gördüm.
Peer pressure kavramıyla başladım yazıma, ancak ister istemez manipülasyona kaydım biraz. Her neyse, ikisi de aynı şey, siz anladınız ne demek istediğimi. Şimdi, yukarıda anlattıklarım ile All Is Lost'un ne alakası var? Şöyle ki...
All Is Lost, Amerikalı sinemacı J.C. Chandor'ın ikinci uzun metraj filmi. Tıpkı ilk filmi Margin Call gibi, All Is Lost da yapım şirketlerinden ayrı, bağımsız bir yapım. Başrolünde yılların oyuncusu Robert Redford'a yer veren yönetmen, senaryosunu da kaleme aldığı filmi, en iyi özgün senaryo dalında Oscar'a adaylık kazanmış Margin Call'un aksine, daha sessiz bir havaya bürümüş. Öyle ki, sadece bir karakter yer alıyor filmde. Geçmişi hakkında hiçbir ipucuna rastlamadığımız bu gizemli adam, okyanusun ortasında seyahat ederken yatı, konteyner'a çarpmış ve işlevsiz hâle gelmiştir. Tahmin edeceğiniz üzere, isimsiz karakterin hayatta kalma mücadelesi anlatılıyor filmde...
Baştan söylemeliyim, 32 sayfalık senaryo üzerine kurulu filmde hiç diyalog yok, ki bu eksikliğin filmi izole ettiği, ilerleyen her dakikada daha çok anlaşılıyor ve zaman geçtikçe asap bozucu bir hâl alıyor. Yahu adam yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide gidip geliyor, konuşacak kimsesi de yok, anlarım, ama bir ses çıkartsın be; bağırsın, feryat etsin. Sadece "Fuck" demesin.
Kimileri bu özelliğin filme şiirsel, sanatsal hava kattığını söyleyecektir. İşte o lafı savunan insanların yüzde doksanı, yüzde onluk kesime selâm gönderirim, peer pressure'ın kurbanlarıdır; birkaç züppenin yazdığı yazıya bakarak aklını satanlar, filmde değişik bir şeyler arayanlar. Emin olun, eğer filmin Metakritik ya da Rotten Tomatoes notu 50'nin aşağısında olsaydı, All Is Lost birçok "seyirci"nin hedef tahtası pozisyonuna inerdi. Ama yok canım, bak, Empire dergisi 100 üzerinden 100 vermiş, kötü değil demek ki, olamaz... Sonra filmi yeren yazı gördüklerinde de üstüne çullanırlar. Bu tarih boyunca böyle süregelmiştir: Farklı düşünen bizden değildir. Klâsik insan doğası. Muazzam, öyle değil mi?
İşin aslı şu ki, All Is Lost, ortalama bir survival filmi ve hakkında beğendiğim tek unsur, Robert Redford'un oyunculuğu. 80'ine merdiven dayayan 1970'lerin mavi gözlü sarışın idolü, dublör kullanmadan zor sahnelere imza atmış, jest ve mimiklerini her zamanki gibi son derece inandırıcı kullanmış, ayrıca kariyeri bakımından da eşsiz bir rolde görev almış. Büyük insan Robert Redford.
Dipnot olarak eklenebilir; J.C. Chandor, All Is Lost ile gelecekte de deneysel projelere imza atabileceğinin sinyallerini veriyor. Bence Chandor, dikkate alınması gereken bir yönetmen.
+ Robert Redford.
- Bu tür bir film için sinematografi daha iyi olmalıydı.
- Çok süre, az cümle.
Baştan söylemeliyim, 32 sayfalık senaryo üzerine kurulu filmde hiç diyalog yok, ki bu eksikliğin filmi izole ettiği, ilerleyen her dakikada daha çok anlaşılıyor ve zaman geçtikçe asap bozucu bir hâl alıyor. Yahu adam yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide gidip geliyor, konuşacak kimsesi de yok, anlarım, ama bir ses çıkartsın be; bağırsın, feryat etsin. Sadece "Fuck" demesin.
Kimileri bu özelliğin filme şiirsel, sanatsal hava kattığını söyleyecektir. İşte o lafı savunan insanların yüzde doksanı, yüzde onluk kesime selâm gönderirim, peer pressure'ın kurbanlarıdır; birkaç züppenin yazdığı yazıya bakarak aklını satanlar, filmde değişik bir şeyler arayanlar. Emin olun, eğer filmin Metakritik ya da Rotten Tomatoes notu 50'nin aşağısında olsaydı, All Is Lost birçok "seyirci"nin hedef tahtası pozisyonuna inerdi. Ama yok canım, bak, Empire dergisi 100 üzerinden 100 vermiş, kötü değil demek ki, olamaz... Sonra filmi yeren yazı gördüklerinde de üstüne çullanırlar. Bu tarih boyunca böyle süregelmiştir: Farklı düşünen bizden değildir. Klâsik insan doğası. Muazzam, öyle değil mi?
İşin aslı şu ki, All Is Lost, ortalama bir survival filmi ve hakkında beğendiğim tek unsur, Robert Redford'un oyunculuğu. 80'ine merdiven dayayan 1970'lerin mavi gözlü sarışın idolü, dublör kullanmadan zor sahnelere imza atmış, jest ve mimiklerini her zamanki gibi son derece inandırıcı kullanmış, ayrıca kariyeri bakımından da eşsiz bir rolde görev almış. Büyük insan Robert Redford.
Dipnot olarak eklenebilir; J.C. Chandor, All Is Lost ile gelecekte de deneysel projelere imza atabileceğinin sinyallerini veriyor. Bence Chandor, dikkate alınması gereken bir yönetmen.
+ Robert Redford.
- Bu tür bir film için sinematografi daha iyi olmalıydı.
- Çok süre, az cümle.
ALL IS LOST (2013)
5/10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder