Geçtiğimiz aylarda vefat eden, ülkesi için onlarca siyasi, politik, macera , ajan kitapları yazan, eserlerinin hemen hepsinde Amerika'yı yücelten, Amerikan propagandasına sıkça başvuran, Sovyetler'i, Çin'i, Ortadoğu devletlerini düşman; Batılı devletleri dost olarak gösteren, askerî ve politik konularda da bilgili, muhafazakâr, eserleri birçok filme ve video oyununa adapte edilmiş yazar Tom Clancy'nin, daha önce Alec Baldwin, Harrison Ford ve Ben Affleck tarafından canlandırılan ölümsüz karakteri Jack Ryan'ı anlatan sinema yapıtlarının sonuncusu Shadow Recruit, Kenneth Branagh yönetiminde beyazperdelerde. Film, Londra'da bir ekonomi okulunda okuyan öğrencinin, Dünyâ Ticaret Merkezi'ne yapılan saldırıyı okul kampüsündeki televizyonda gördükten sonra denizcilere katılıp ülkesi için faydalı işler yapmak isteyen bir gencin etrafında şekilleniyor. Jack Ryan (Chris Pine), orduya katılır katılmasına, ancak birkaç ay sonra Afganistan'da helikopterde giderken bazukanın helikopteri vurması sonucu ağır yaralanır. Fizik tedavi esnasında, gelecekte eşi olacak doktor Cathy (Keira Knightley) ile yakınlık kurar. Aynı zamanda Ryan, CIA yetkilisi Thomas Harper (Kevin Costner)'ın da dikkatini çekmeyi başarmıştır. En nihayetinde Harper, CIA adına Jack Ryan'ı işe alır. Aradan 10 yıl geçer. Jack Ryan, Rusya ile derin ortaklıklara sahip bir finans şirketinde analist olarak, Wall Street'te çalışmaktadır. ABD ile Rusya'nın boru hattı üzerinde inatlaşmasıyla iki süper gücün aralarının açılmasının gündemde olduğu ve doların gittikçe yükseldiği günlerde Jack, çalıştığı şirketin ortaklarından birinin, Viktor Cherevin (Kenneth Branagh)'ın elinde yüklü miktarda dolar bulundurduğunu öğrenir. Daha derin araştırmalar yapar. Sonunda anlar ki, ABD'nin ekonomisini batıracak, ülkeye ikinci büyük buhranı getirecek bir Rusya komplosunun eli kulağındadır. Victor'ın mâlî kayıtlarını incelemek amacıyla Moskova'ya uçan Jack Ryan, artık analist kimliğinde değildir.
DALLAS BUYERS CLUB (Eleştiri)
Modern çağın vebası olarak adlandırılan AIDS, 1980'lerde insanları etkisi altına aldığında, hemen herkes bu hastalığı kapanlardan uzak duruyordu. Bildiğiniz gibi HIV, nefes yoluyla bulaşan bir virüs değil. Bu bakımdan doktorların bile hasta odasına girdiğinde ağzını kapatmasını toplumsal bir yanlış algılama olarak değerlendirebiliriz ama biraz düşününce, hak vermek lâzım. Zirâ AIDS, ilk defâ eşcinsellerde ve ortak şırıngalardan beslenen uyuşturucu müptelalarının hücrelerinde belirmişti. Hâl böyleyken, insan ister istemez kendini korumak ister. Artan ölümlere çare bulmak amacıyla FDA (sağlık bakanlığına bağlı bir kurum), AZT adlı ilacı onaylar ve hastanelere deneme amaçlı gönderir. Gel gör ki AZT yararlı olduğu kadar zararlıdır da. Yan etkilerinin aşırılığı ve normal bir bireyde 500 ila 1500 tane arasında bulunması gereken T hücrelerini düşürdüğü iddia edilmektedir. Ayrıca ilâcı alanların neredeyse tamamı 6 ay içinde ölmüştür.
12 YEARS A SLAVE (Eleştiri)
Steve McQueen, Hunger (2008) ve Shame (2011) ile hem bireysel hem toplumsal hayatın acı yönlerini konu almış; teknik açıdan kusursuz, akılda kalıcı, bağımsız biçimiyle Michael Fassbender'ın devleştiği iki filme imzâ atmıştı. Hunger'da 1981'in İrlandası'nda gerçekten yaşanmış bir direnişi, İngiliz emperyalistlerine karşı açlık grevine giren lider Bobby Sands'in hapishane hayatı çevresinde anlatmıştı. Geçtiğimiz günlerde eleştirisini yazdığım Shame'de ise varlıklı bir seks bağımlısının, kız kardeşinin şehre gelmesiyle başlayan olaylar silsilesini ekrana aktaran İngiliz yönetmen, tüm dünyâyı ve insanlık tarihini yakından ilgilendiren bir toplumsal utanç kaynağı olan kölelik mevzusunu, son eseri 12 Years a Slave'de işliyor. Film; üst sınıfa mensup, evli ve iki çocuklu keman virtüözü Solomon Northup'ın, iş teklifi için geldiklerini iddia eden adamların tuzağına düşmesi sonucu Amerika'nın güney eyaletlerine götürülüp köle olarak muamele görmesini, orada şahit olduğu acıları ve deneyimleri, Northup'ın 1841'deki kaçırılışından tekrar özgür bir birey olduğu 1853 senesine kadar başından geçen olayları özgürlüğüne kavuştuğu ilk yılında kaleme almış olduğu 12 Years a Slave/12 Yıllık Esaret kitabına dayanmakta...
AMERICAN HUSTLE (Eleştiri)
Ekranda "Bu filmde yaşananların bazısı gerçekten yaşanmıştır" yazısıyla karşılaşıyoruz. 1978'in Amerikası'ndayız. Christian Bale'i ayna karşısında, kelini gizlemek için taktığı perukla oynarken görüyoruz. Kamera, Bale'ı yaklaşık iki dakika mercek altına alıyor. Böylece, tamamen David O. Russell tarzı bir film izleyeceğimiz sinyalleri daha ilk dakikadan veriliyor. Ardından Bradley Cooper ve Amy Adams kapıdan içeri giriyor. Cooper ile Bale birbirleriyle laf yarıştırıyorlar ve üçlü, odadan hışımla çıkıp ellerinde para çantasıyla salona doğru, Jeremy Renner ile görüşmeye gidiyorlar. Tabii bu olanlara anlam veremiyoruz. Ta ki, uzun bir flashback yapılana dek...
BLUE JASMINE (Eleştiri)
Woody Allen'ın yazıp yönettiği 48. sinema eseri Blue Jasmine, yine güçlü senaryosu ve karakterleriyle, geçtiğimiz aylarda seyirciyle buluştu. Blue Jasmine hakkında göze çarpan ilk şey, Allen'ın 70'lerde filmlerine uyguladığı formülün bu filminde de görülmesi. Blue Jasmine gayet olumlu eleştiriler aldı. Zaten şöyle baktığımızda, hangi Woody Allen yapıtı olumsuz notlara maruz kaldı ki?
INSIDE LLEWYN DAVIS (Eleştiri)
Joel & Ethan Coen'in en beğendiğim ve takdir ettiğim yanları, her filmlerinde farklı şeyler denemeleri. Yıllar boyunca ortaya koydukları Fargo, The Big Lebowski, O, Brother, Where art Thou?, No Country For Old Men vs. sinema eserleriyle yeni türler karşısında da yetenekli olduklarını kabul ettirdiler. Deneysel yapıtları, yapıtlarındaki inişli-çıkışlı dengesizlikleri, hayatın acı yanlarını öne çıkaran -kanımca- natüralist üslupları, ölümsüz karakterleri ve kendi süzgeçlerinden geçirdikleri kara komediyi son derece merak cezbedici bir senaryo ile seyirciye aktaran, ve böylece hem Hollywood'da hem de dünyâ sinemasında önemli ve saygın bir yer edinmiş Coen kardeşlerin başyapıt olmaya aday yeni filmi, Inside Llewyn Davis, 1961 yılının kış aylarında geçiyor. Filmin ana konusu; bir folk müzisyeninin, ortağının intihar etmesinden sonra başlayan hayata tutunma öyküsü.
SHAME (Eleştiri)
Shame, bu Cuma vizyona girecek 12 Years a Slave'in yönetmeni Steve McQueen'in ikinci yapıtı. Türkçe'ye "Utanç" olarak çevrilen filmin başrolünde Michael Fassbender yer alıyor. En kısa tabir ile Shame, New York City gibi bir metropolde yaşamını sürdüren, aşırı seks ve şehvet bağımlısı Brandon'ı konu alıyor. İçerdiği sahnelerden mütevellit film, Amerika'da bile +17 ibaresini taşımasıyla da dikkat çekiyor.
Gönül isterdi ki Shame'i daha uzun, daha ayrıntılı, daha irdeleyerek, alt metinlerinin tümünü ortaya çıkarıp yazıya dökeyim. Maalesef, o kadar yüksek seviyede bilgi birikimine ve güçlü kaleme sahip olmadığımdan, kısa bir yazı ile film hakkındaki görüşlerimi sizlere aktaracağım.
ELYSIUM (Eleştiri)
2009 yılında seyiciyle buluşan District 9'ın sürpriz başarısından sonra, Neill Blomkamp kendini saygın isimlerin yanına yazdırmıştı. Artık kime teklif götürse, tüm kapılar ona açık olacaktı. Tüm yapım şirketleri ve yapımcılar, istediği bütçeyi sağlayacaktı. Nitekim öyle de oldu ve yönetmen, ikinci filmi Elysium'u önemli oyuncularla, büyük miktarda parayla ve ilk filminin getirdiği başarının gururu ile çekti...
ENOUGH SAID (Eleştiri)
TV tarihinin en büyük yapıtlarından, bir mafya babasının yaşamını konu alan, HBO'nun dizisi The Sopranos'taki Tony Soprano rolüyle tanımıştık James Gandofini'yi. Unutulmaz performansı, cana yakınlığı, ve onu diğerlerinden ayıran ince nüansları ile Tony'yi çok sevmiştik. Hâliyle, Gandolfini de aklımızda kalıcı bir yer edinmişti. Başrolü kapmakta zorlansa da, çoğu zaman yardımcı rollerde gördük kendisini yıllarca. Maalesef, Haziran 2013'te acı bir olay sonucu hayata gözlerini yumdu. Henüz 51 yaşındaydı...
ALL IS LOST (Eleştiri)
Peer pressure, hem hayat hem sinema açısından bilmemiz gereken önemli bir kavramdır. Türkçe'ye psikolojik baskı; argo diline gaza gelmek olarak çevirebileceğimiz bu durumu, hepimiz yaşadık ve muhtemelen hâlâ farkında olmadan yaşıyoruz. Hayatî konular bağlamında baktığımızda peer pressure, genelde gençlikte yapılan hatalar için kullanılır. Çünkü arkadaş çevresi yüzünden sigaraya başlamak, kumar oynamak, vandalizm faaliyetleri gerçekleştirmek vs. eylemler gençken, yâni "ham" iken yapılır. Peer pressure'ın örneklerini yaşamımızın her alanında görürüz. Bir konu hakkında yorumlarımızı dile getirirken de, özellikle sanatsal çalışmalarda, özellikle sinemada... Quentin Tarantino, Wes Anderson, Alexander Payne, Martin Scorsese gibi, yetenekleri ve yöntemleri tüm dünyâca kabul görmüş ve takdir edilmiş, eserleri ödüllendirilmiş yönetmenlerin, ne zaman yeni film çekecekleri gündeme gelse, hiç şüphesiz beklentiler yüksek tutulur. Oyuncular, senaristler, görüntüler, fragmanlar, promolar, sneak peek'ler, zart zurt... Film olabildiğince yüceltilir. Yapım şirketleri bu taktiğe bayılırlar. Uzman eleştirmenler iyi puanlar verir. Film vizyona girdiğinde de, salonda koltuğumuza oturduğumuz anda, filmin iyi olacağı düşüncesiyle (!) izlemeye başlarız... En nihayetinde, kendimizi zikir çeken tarikat müritleri misali filmin kötü olamayacağına dair şartladığımızdan dolayı, filmi beğeniriz, övgüler yağdırırız, tavsiye ederiz. Bazen filmi hiç izlemeden kendimizi buna ikna ederiz. Ve bu illa yeni yapımlar için olmak zorunda değildir. Örneğin; 2001'i izleyip, sırf Kubrick yönettiğinden dolayı, abuk sabuk nedenlerle filmi yere göğe sığdırayamayan insanları bizzat gördüm.
Peer pressure kavramıyla başladım yazıma, ancak ister istemez manipülasyona kaydım biraz. Her neyse, ikisi de aynı şey, siz anladınız ne demek istediğimi. Şimdi, yukarıda anlattıklarım ile All Is Lost'un ne alakası var? Şöyle ki...
CAPTAIN PHILLIPS (Eleştiri)
Nisan 2009'da meydana gelen, tüm dünya gündemini etkisi altına alan, bir Amerikan kargo gemisinin Somali'li korsanlarca borda edilmesini ve kaptanının rehin alınmasını hepimiz duymuşuzdur. Hâliyle, nasıl sonuçlandığı konusunda da az çok fikrimiz vardır. Korsanlar mağlup edilmiş, Amerika Birleşik Devletleri galibiyetle sahadan ayrılmıştır...
PRISONERS (Eleştiri)
Film, Keller Dover (Hugh Jackman)'ın ve oğlu Ralph (Dylan Minnette)'in ormanda ava çıktıkları sahne ile başlıyor. Keller, iç sesi ile -filmin ilerideki dakikalarında göreceğimiz- İncil'den bir bölüm okurken ateş sesi gelir ve oğlu, geyiği vurur. Eve dönerken Keller, arabada oğluna hayat felsefesi dersi verir. Eve varır varmaz ailece, Şükran Günü yemeği için, aile dostlarını ziyaret ederler. Dover ailesinin bir büyük oğlu, bir küçük kızı vardır; bir araya geldikleri Birch ailesinin de benzer şekilde bir küçük, bir de büyük kızı. Yemekten sonra dışarı çıkan ve dönmeyen küçük kızların kaybolduğu anlaşılır. Polise haber verilir ve dedektif Loki (Jake Gylenhaal), sis perdesini aralamak için çalışmaya koyulur.
GRAVITY (Eleştiri)
Gravity, belki de en yüceltilmiş film. Sadece 2013'ün değil, tüm zamanların. Film, Doktor Ryan Stone (Sandra Bullock)'un, Rusların uydularına gönderdiği füze sonucu oluşan yıkımın Amerikan Uzay İstasyonu'na kadar ulaşması ve ortalığı darmadağın edip herkesi öldürmesinden sonraki hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Yâni Gravity için bu bağlamda "Survival" filmi diyebiliriz. Fakat filme sadece bu gözle bakmak yanlış olur. Zirâ Gravity, bundan çok daha fazlası.
47 RONIN (Eleştiri)
Salondan çıkalı 30 dakika oldu. Bu nedenle direkt yazıya geçiyorum. Sert yorumlardan hoşlanmıyorsanız, devamını okumayın. Çünkü 47 Ronin bana hayatımın en gereksiz, en aptal, en boş, en kötü iki saatini yaşattı...
MY NAME IS KHAN (İnceleme)
Sinema ile az çok ilgili biri, Hollywood kalitesinden ve imajından kat kat uzak, Amerikan film sektörünün Hindistan karşılığı olan Bollywood'u duymuştur. Bollywood, kendine has özellikleri ile Batı sinemasından ayrılmış ve yeni bir anlatım, tür ortaya koymuştur. Hint insanlarının ortak kültürlerinin birnevî birleşimi olan bu film türü, halk tarafından oldukça rağbet görmekte ve sevilmektedir. Öyle ki, bu endüstriden çıkan filmlere "Masala" derler. Masala, Hint baharatlarına verilen addır. Hintliler mutfaklarında kullandıkları baharatlara masala dedikleri gibi, sinema endüstrilerinden çıkan filmler için de bu ifadeyi kullanırlar. Hintliler filmlerini, o envai baharatları gibi görürler. Rengarenk kostümleri, abartılı dans gösterileri, birbirinden güzel bayanları, nefes kesen müzikal yapıları ile her tür duyguyu yansıtabilen bu filmlere, yüzlerce çeşitlik baharat kültüründe kullandıkları isimle hitap etmeleri pek manidardır.
RUSH (Eleştiri)
Dürüst olacağım. Kendimi sık sık film izleyen, filmden anlayan, içerdiği mesajı gören, algılayan biri olarak görürüm (Bu cümleden kendimi üstün gördüğüm anlamı çıkmasın). Ancak sevmediğim bir huyum var: Birçok filme ön yargılı yaklaşırım. Önce filmin oyuncularına ve yönetmenine bakarım, sonra filmin posterine ve IMDb sayfasına. Eğer ilgimi çeken bir konu/olay yoksa seyretmem. Fakat çoğu zaman, ödül törenlerini yorumlamak ve sinema literatürüme katkı sağlaması açısından, o ilgimi çekmeyen filmi seyrederim. Kah beğenirim kah beğenmem. Ama daha önce izlemediğim için pişman olduğum birkaç sayılı film vardır. İşte Rush, bunlardan biri.
SHERLOCK: 3. Sezon 2. Bölüm (İnceleme)
Sherlock, "her sezonun birinci bölümü iyi, ikincisi ortalama, üçüncüsü muhteşem" mantığını kaybetmemiş. Yazarlar kasten mi yapıyor, bilemem, ama Üçün İşareti adlı bölümün sorunu, istenen güzelliği yakalayamamasından öte, alıştığımız ve benimsediğimiz Sherlock hissini verememesiydi. Bunun birkaç nedeni var...
SHERLOCK: 3. Sezon 1. Bölüm (İnceleme)
BBC'nin Sherlock Holmes'u modern bağlamda ele aldığı, dünyâ çapında milyonlarca insanın beğenerek takip ettiği Sherlock, geçen sezon büyük bir cliffhanger ile sezonu kapatmıştı: Sherlock Holmes çatıdan atlayıp intihar etmişti. Bununla berâber, üçüncü sezonun ne zaman çıkacağı yönündeki spekülasyonların yanına bir de komplo teorileri eklenmişti. Eh, biz de pekâlâ biliyorduk protagonist kahramanımızın ölmediğini. Asıl soru nasıl hayatta kaldığıydı... Ve şimdi, tam iki yıllık aradan sonra Sherlock Holmes geri döndü.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)