AMERICAN BEAUTY: "Özgür" olmanın bedelleri


American Beauty yıllardır bildiğim, zaman zaman rast geldiğim bir film idi ve birkaç ay önce, bu yaz izlenecek filmler listeme almıştım. Konusu hakkında hiçbir bilgim yoktu tabii. Kevin Spacey, Sam Mendes; bi' de üstüne beş adet Oscar eklenince seyretmemek ayıp olurdu. Biraz geç de olsa dün gece  izledim ve belki, bu yıl izlerken en çok keyif aldığım film oldu.

PAIN & GAIN: Zor kazanç


Pain & Gain, her sene en az bir adet çıkan Amerikan rüyâsı temalı filmlerin en yeni örneği. Her filmiyle uzun tartışmalara yol açan, filmleri gibi kendi de absürd Michael Bay, Will Smith'li Bad Boys II'den tam 10 sene sonra yine bir suç komedisi ile karşımızda. Dwayne Johnson, Mark Wahlberg ve Anthony Mackie'nin başrolde olduğu film gerçek bir hikâyeden uyarlanmış. Hatta afişin alt tarafına kocaman "This is a true story" damgasını yapıştırmışlar.

Kısa İnceleme: Breaking Bad ve Ray Donovan

Spoiler içerir

SOURCE CODE: Duncan Jones kendini bir kez daha kanıtlıyor


Duncan Jones, 2009 yılındaki filmi Moon'un başarısından sonra ikinci uzun metraj filmiyle seyircinin karşısına çıkıyor. Aslında Duncan, filmin ilk aşamalarında ortada yokmuş, yâni fikir onun fikri değil. Başrol Jake Gylenhaal, Moon'u izlemiş ve beğenmiş, ardından yapımcılara Jones ismini önermiş ve herkes hemfikir olmuş. David Bowie'nin oğlu olan 42 yaşındaki (film çıktığında 40 yaşındaydı) İngiliz yönetmen Moon'a göre çok daha büyük bir konsept ile yüzleşmiş. Başarılı olabilmiş mi? Evet. Ama Moon kadar değil.

MOON: Bilimkurgunun doruk noktası


Birkaç senedir izlemek istediğim ve hakkında birçok şey duyduğum Moon'u izlemek dün nasip oldu. Ve "keşke daha önceden izleseymişim" dediğim filmler arasına girdi.

EFSÂNE FİLM REPLİKLERİ #11


Yine bir Pazar yine bir EFR. Bu sefer, bu yazın yüksek bütçeli blockbuster filmlerinden replikler seçtim.
 Keyifli okumalar, mübârek Pazarlar...

NOW YOU SEE ME: Şimdi görüyo'n beni


Sihirbazlık filmi, Michael Caine, Morgan Freeman, Woody Harrelson. Now You See Me'yi ilk gün sinemada izlemeye gittim az önce saydığım sebeplerden dolayı. The Hangover: Part III felâketinden hemen sonraki matinede izledim ve ilâç gibi geldiğini söyleyebilirim. Filmin içinde barındırdığı bitmek bilmez enerji ve sürükleyicilik, o gün içimdeki tüm negatif enerjiyi attı.

IRON MAN 3: Serinin hayranlarına hakaret...


"Kahramanlar düşer çünkü onlar da insan" kalıbının -daha doğrusu klişesinin- moda olduğu yıllarda, süper kahramanın bol bol dramatize edildiği ve artık bundan bıktığımız zamanlarda vizyona girdi Iron Man 3. Jon Favreau'nun ikinci filmin başarısızlığından dolayı(ki bence gayet ortalama bir filmdi, haksızlık yapıldığını düşünüyorum) serinin üçüncü filminin yönetmenliğine Shane Black getirildi. İlk cümlede yazdığım metodu kullanan Black, aynı zamanda önceki filmi Kiss Kiss Bang Bang'in de kara komedisini filme serpiştirerek ortaya zevksiz, beyinsiz bir şey atmış...

THE ICEMAN: Buzadam


Bazı filmlerin konusunu bilmeden izlerim. Evet, sadece oyuncu kadrosuna ve eleştirilerine bakarım, poster de havalıysa ve yeniyse tereddüt etmeden izlemeye koyulurum ancak aslâ konusuna göz ucuyla bile bakmam. Amaç sürpriz olsun, heyecan katsın. Bazen hayal kırıklığı yaşasam da The Iceman, bir saat kırk beş dakikalık film, oldukça sürükleyici hikâyesi ve muhteşem oyunculukları sayesinde, gönlümde taht kurmayı başardı.

EFSÂNE FİLM REPLİKLERİ #10


Her hafta, Pazar günleri, izlediğimiz filmlerden unutulmaz replikleri seçip "Efsâne Film Replikleri" başlığı altında paylaşıyordum. Avrupa yakasına taşındığımdan dolayı, ikinci bölümü hazırlayamamıştım. Onun hâricinde, tam 10 haftadır sürdürüyorum bu işi, sürdürmeye de devam edeceğim... Keyifli okumalar.

THE GREAT GATSBY: "Geçmişi değiştiremezsin."



F. Scott Fitzgerald'ın kısa romanından uyarlanan Muhteşem Gatsby, 1974 yılında başrolünde Robert Redford ile üçüncü kez beyazperdeye adımını atmıştı. En iyi kostüm ve en iyi müzik dalında iki Oscar alan film, bir kısım tarafından sevilmiş ancak ne kadar romana sadık kalınsa da, kitabın ruhunu veremediği için birçok kişi de beğenmemişti. Daha önce Romeo&Juliet ve Moulin Rouge! gibi dram/romantizm yapımlarını yöneten Baz Luhrmann'ı, unutulmazlar arasına girmiş bir başyapıtı, ilk uyarlamadan yaklaşık 40 yıl sonra kendi tarzını kullanarak filme ikinci kez uyarladığı için baştan takdir etmek lâzım zirâ kült hâline gelen ünlü bir romanı filme çevirmek azim ister ve emek gerektiren bir çalışmayı da berâberinde getirir.

RED: Kırmızı takım


The Expandables, Wild Hogs, The A-Team gibi 80'ler Hollywood aksiyon sinemasına dönüş yapıldığı yıllarda geldi Red. Alman yönetmen Robert Schwentke'nin yönetmen koltuğuna oturduğu film, türü gereği, yüzlerine aşina olduğumuz ünlü oyunculardan oluşuyor. Bruce Willis, John Malkovich, Morgan Freeman ve Helen Mirren gibi isimlerin yer aldığı yapım, hemcinslerini geçemiyor maalesef fakat kötü bir film mi? Kesinlikle hayır. 

THE SMURFS 2: Yılın en beyinsiz filmi


Az önce bir şeyler yazdım bu film hakkında. Şirinler 2 eleştirisi diye başladığım yazı, değişik sulara yelken açtı resmen. Sonra kaydedip çıktım; haftaya Cumartesi, "Şirinler ve Komünizm" başlıklı yazımı okumanızı şimdiden öneririm. Daha fazla araştırma yapıp daha fazla bilgi edineyim önce.

NEDEN KIRMIZI GÖZ?


Neden filmlerde kötü robotlar kırmızı göz ile tasvir edilir?


Cevaplanması hiç de zor bir soru değil. "Renk psikolojisi" olarak adlandırabileceğimiz bu durum gayet doğal. Kırmızı, daha çok kötülüğü ve tehlikeyi temsil eder. Dolayısıyla kötü robotların gözlerinin kırmızı olması gözümüze normal gelir ve fazla yadırgamayız. Düşünsenize, yeşil gözlü(yahut yeşile boyalı/yeşil giyen) bir robotun düşman olduğunu. Yeşil bize daha hayat dolu, sakin, -tonlarına göre- enerjik görüneceğinden düşmanı da o renk ile özdeşleştirmek kolay olmayacaktır. Ancak kırmızı yaratığı ekranda ilk gördüğünüzde ne kadar dost canlısı gibi görünse de içten içe bir arıza sezeriz onda; bir şeylerin ters gittiğini/gideceğini anlarız.

THE WOLVERINE: Beklediğimiz Wolverine filmi


İşte. Eksikleri olsa da uzun zamandır beklediğimiz Wolverine filmi. Hugh Jackman, altıncı kez Wolverine olarak karşımızda ve bu sefer daha güçlü ve daha badass... 

Film, tarihe kanlı harflerle kazınmış bir olayın içinde başlıyor. Yıl 1945. Nagazaki. Atom bombasının atıldığı gün Logan oradadır ve saklanıyordur. Kendine bir tür sığınak bulmuştur. Atom bombasının atıldığı anda önündeki Japon askerini de yanına alarak son anda ölmekten kurtarır. Yıllar sonra(2013) hayatını Logan'a borçlu eski asker Yashida, artık varlıklı ve itibarlı bir şirketin sahibi konumundadır, onu yanına çağırır, Japonya'ya. Ölüm döşeğindedir ve Wolverine'in ölümsüzlük gücününün kendine aktarılmasını rica eder. Wolverine kabûl etmeyince gece yanına zehirli tükürükler fırlatan, böcekli möcekli ne idüğü belirsiz bir kadın mutant yollar, Viper, gece uyurken ölümsüzlük -ve dolayısıyla- iyileşme gücünü de çalar. Wolverine henüz farkında değildir ne olduğunun, rüyâ sanmaktadır gece yaşananları. Farkına vardığında ise gücünü geri almak için elinden geleni ardına koymayacaktır.