KILLING SEASON: Emektarların düellosu


Film bize, zaten tarih kitaplarından bildiğimiz, Bosna savaşının özetini geçiyor; arada da kurgusal görüntüler gösteriliyor. Amerikan askerleri bazı Sırpları yakalayıp onları idam ediyor ve sıra son esire gelindiğinde, Travolta'nın yüzünü yâni Emil Kovac'ı görüyoruz. Silah ateşleniyor ve günümüze geçiliyor; 18 yıl sonrasına.

Bir sanat filmi edasında başlayan Killing Season'ın tür filmi olduğunu söylemek güç. Aksiyon olarak beklentiyi veremiyor, felsefi yaklaşım açısından gülünç, sanat filmi olarak yetersiz kalıyor.

Duyuru


Merhaba arkadaşlar. 

Bildirmek isterim ki artık Dexter ve Under the Dome dizi incelemelerini yazmayacağım.

Bu kararı almamın başlıca sebebi dizi incelemesi yazmanın film eleştirisi yazmaya nazaran kat kat daha uğraştırıcı ve zor olması. Takdir edersiniz ki, bir yaz gününde tüm gün PC'nin başında oturmak istemiyorum.

Biraz daha tecrübe edinip sonbaharda çıkacak belli başlı dizileri yazacağım. Örneğin; The Walking Dead ve American Horror Story: Coven. 

Dexter ve Under the Dome ile işimiz bitmedi yalnız. Sezon bitince sezon değerlendirmesini kaleme alacağım.   

Bugün film eleştirisi yazmaya çalışacağım; Killing Season'ı.

Diyeceklerim bu kadardı; c ya ("görüşürüz" manasına geliyor, aman yanlış anlaşılmasın).

PACIFIC RIM: Rimi rimi ley


"İşte budur. İyi ki gitmemişim Wolverine'e" filmden çıktıktan sonraki -ilk- düşüncelerimi okudunuz az önce. Gerçekten beğendim Pasifik Savaşı'nı; yapım ne olduğunu biliyor ve ona göre hareket ediyor. İşini bilen bir yönetmen Guillermo del Toro. Son yıllarda blockbuster türünün en iyi mümessillerinden...

EFSÂNE FİLM ANLARI II

İkinci haftada yine unutulmaz sahneleri derleyip paylaşıverdim, keyifli okumalar. 
Yazının spoiler içerdiğini de hatırlatayım, izlemediğiniz filmi geçiniz. 

Duyuru

Merhaba arkadaşlar. 

İki aydır faaliyetini sürdüren bloğum, son bir haftada inanılmaz bir ivme yakalayarak yüzlerce kere tıklanıp yüzlerce kişiye ulaştı. Yeni gelenlere teşekkür eder, takipte kalmanızı dilerim.

Cuma günü "Efsâne Film Anları"nın ikinci bölümü ile hazırlamakta olduğum sürpriz bir makaleyi yayınlayacağım...

Bol sinemalı günler; Güç sizinle olsun.

Saygılarla,

Aydın Algül

UNDER THE DOME: 1. Sezon 5. Bölüm: Mavi Üzerine Mavi


Bir dizide en önemli -olması gereken- özellik sürükleyici olmasıdır. Bana göre diziyi izleten, seyircinin merak duygusunu ön plâna çıkaran senaryolardır; Sürükleyicilik yâni. Oyunculuklar ve senaryo benim için arka plândadır. Çok diziler var öyle, oyunculuklar iyi, teknik kadro desen mis gibi lâkin dizi... bomboş, hayal kırıklığı. Kafanızda şekillenmeye başlayan soruya hemen cevap veriyorum. Under the Dome'un nesi güzel? Beş bölüme bakacak olursak sürükleyici diyebilir miyiz? Bence deriz. Teknik kadronun da -bir TV dizisi için- ortalamanın üstünde olduğunu söyleyebiliriz (Stephen King ve Steven Spielberg yalan bir kere, teknik kadro derken onlardan bahsetmiyorum). Diziye en çok katkı sağlayan ikili Jack Bender ve Brian K. Vaughan Lost'un yazarıydılar birkaç sene önce. Yalnız dediğim gibi, oyunculuklar vasadın altında. İnanılmaz karton ve yapmacıklar. Üstelik Under the Dome öyle bir dizi ki; bir anda düşüşe geçebilir. Pembe diziye dönme potansiyeli yüksek. Eğer pembe diziye dönerse senaristleri suçlamamak lâzım çünkü neye bulaştıklarını bilmelilerdi. Konseptten bahsediyorum. Bir kasaba, dışarı girip-çıkamıyorsun, içeride tıkılısın. Nasıl bir aksiyon yahut yenilik bekleyebilirsin ki bu devr-i daimden? Üstinsan değilsen yapabileceğin en muhtemel ve mantıklı şey, gizemli öğeler eklemektir diziye ki bu da tehlikelidir açıkçası. Bir cismin/olayın/şahsın gizemini uzata uzata, ballandıra ballandıra, ıstıp kaynatıp koyarsan ekranın önüne olmaz işte. Ölçülü olmak gerekli. Senaristlerin ölçülü olup olmadığını ise zaman gösterecek.

OBLIVION: Güzel vakit geçireceğiniz bir bilimkurgu


Oblivion, beni hakkında ikinci kez düşündürmeme sebep olan az sayıda filmlerden biri oldu. 12 Nisan 2013 tarihinde sinemada izlediğim filmin ortasında uyumuştum, sonlarından hiçbir şey anlamamıştım dolayısıyla. Doğal olarak da filmi beğenmemiştim. Burada bir parantez açarak, neden uyuduğumu söyleyeyim. Yorucu bir okul gününden hemen sonra girmiştik salona. Şansa bakın ki film, "arıza" nedeniyle 17:30 yerine 45 dakikalık rötar yaparak geç başladı. Zaten uykuluyum, film başlayınca gitti benim gözler. Sonlardaki çatışma sesleriyle uyanabildim anca. Halk dilinde, o gün yaşadığım duruma, "beyin amcıklaması" deniyor sanırsam...  Oblivion'u dün ikinci kez seyrettim ve asıl kanıya varabildim.

DEXTER: 8. Sezon 4. Bölüm: İyileşme Dokusu

Spoiler içerir


İşte bu. Dexter dizisine yakışır, harikulade bir bölüm. Ne gereksiz diyaloglar var ne de gereksiz sahne var. Hepsi senaryo akışına uygun, izlemesi keyifli. Geçen bölümlere göre büyük yükseliş var. Sonundan da anlaşıldığı üzere sonraki bölümler de en az "İyileşme Dokusu" kadar güzel olacak... 

THE PLACE BEYOND THE PINES: Anlatılmak istenen ne?


Dizi incelemesi, Emmy, The Walking Dead falan derken blog'a eleştiri yüklemeyeli 10 gün olmuş şaka maka. Hemen bir şeyler yazmak adına film seçmeye başladım, bu sefer yenilerden olsun istedim. Only God Forgives'i buldum, İngilizce altyazısı bile yoktu. Ben de bir diğer Ryan Gosling'in yer aldığı yapım The Place Beyond the Pines'da karar kıldım. Amerika'da geçen yıl, ülkemizde geçtiğimiz ay vizyona giren filmi attım USB'ye ve gece salonda seyretmeye başladım... 

EFSÂNE FİLM REPLİKLERİ VI




" Me fifth element - supreme being. Me protect you. "


Milla Jovovich, 'The Fifth Element' (1997) 





" My momma always said, "Life was like a box of chocolates. You never know what you're gonna get." "


Tom Hanks, 'Forrest Gump' (1994)





" Hasta la vista, baby. "


Arnold Schwarzenegger, 'Terminator 2: Judgment Day





" D-J-A-N-G-O. The 'D' is silent. "


Jamie Foxx, Django Unchained (2012)





" Are you not entartained? ARE YOU NOT ENTARTAINED? Is this not why you are here? " 


Russell Crowe, 'Gladiator' (2000)





" Now you're looking for the secret. But you won't find it because of course, you're not really looking. You don't really want to work it out. You want to be fooled. "


Michael Caine, 'The Prestige' (2006)





" No time for the old in-out, love, I've just come to read the meter. "


Malcolm McDowell, 'A Clockwork Orange' (1971)

The Walking Dead'in 4. sezon fragmanı yayınlandı


AMC'nin zombi kıyameti temalı popüler drama dizisinin ilk fragmanı dün San Diego, Amerika'da 44'üncüsü düzenlenen Comic-Con fuarında görücüye çıktı.

İşte dört dakikalık fragman; 


Fragmanda, Rick ve grubunun hapishaneyi toparladıklarını, bir düzene soktuklarını görüyoruz. Ancak bu sözümona düzen, hücre bloklarından birine yapılan beklenmedik saldırı ile bozuluyor. Tek saldırı ile kalmıyor, gruptan herkesi teker teker alıp götürüyorlar. Kimi diyor kalalım kimi diyor gidelim, kaos ortamı hâkim. Michonne, Woodbury'ye gitme önerisi sunuyor hatta...

Fragmanın ilgi çekici birkaç noktası var doğal olarak.

Birincisi; Vali nerede amk? Valisiz yeni sezon olmaz efendim, eğer adamı göstermeyecekseniz niçin canlı bıraktınız üçüncü sezon finalinde?

İkincisi; Daryl kendini kaybediyor gibi. Fragmanın sonlarında sakinleşmesini söylüyor Rick, sonraki karede Tyreese yumruk atıyor Daryl'a. Enteresan değil mi? Sakın Daryl Dixon'a bir şey olmasın senarist abiler/ablalar.

Üçüncüsü; Tyreese'in 31456280375680723 zombiye tek dalması. Ölecek gibi gözüküyordu, eğer gerçekten o sahnede ölürse AMC yayın hayatının en büyük mallıklarından birini yapmış demektir ki senin amacın ne yâni daha dizi başlamadan adamın ölüm anını seyirciye izletiyorsun? Sanmam gerçi, o kadar salak değillerdir.

Son olarak; İkinci sezonun ilk yarısı berbat, ikincisi iyiydi; üçüncü sezonun ilk yarısı muazzam, ikinci yarısı hayal kırıklığıydı. Dördüncü sezonda da gelenek devam edecek sanki... Eğer sezonun yarısını soap opera yaparsanız 2023'ü zor görürsünüz (AMC CEO'su TWD'nin 10 yıl daha süreceğini ifâde etmişti).

Yeni sezon 13 Ekim'de.

EFSÂNE FİLM ANLARI

"Efsâne Film Replikleri"nden sonra yeni bir dosya... Aklımızdan çıkmayan, izlediğimiz filmle özdeşleştirdiğimiz bazı sahneler seçtim. Her hafta Cuma günleri yenilerini paylaşacağım. Spoiler içerir. 




  •  STAR WARS: THE EMPIRE STRIKES BACK (1980)



Kötülükler Lordu Darth Vader, oğlu ile yaptığı ışınkılıcı düellosu sonunda sinema tarihine geçen o altın sözü söyler: "I am your father." Luke'un hislerinin dışavurumu ise görülmeye değerdir.



  • FIGHT CLUB (1999)



Figth Club'da o kadar öğüt verici ve unutulmaz sahne var ki. Bu sahnede Tyler, Tyler'a ders verir; biraz acı dolu bir ders. Söyledikleri ile de filozof yönünü gösterir seyirciye.



  • THE GOOD THE BAD AND THE UGLY (1966)


Tüm zamanların en iyi filmi mi İyi Kötü ve Çirkin? Tartışılır. Yalnız şu tartışılamaz ki benim en sevdiğim ve defâlarca izlememe rağmen hiç sıkılmadığım/sıkılmayacağım filmdir. Sonundaki düello sahnesi yapımın öne çıkan anlarından sadece bir tanesi. Tam anlamıyla bir efsâne.




  • THE USUAL SUSPECTS (1995)


Her şeyin açığa çıktığı an. 90'ların en meşhur kara filmlerinden biri olan Olağan Süpheliler, sırf son sahnesi için bile izlenmeye değer bir yapım. Kevin Spacey'nin kusursuz oyunculuğu sayesinde Oscar kazanan film, klâsiklere girmeye aday.



  • THE SILENCE OF THE LAMBS (1991)



Entellektüel doktor Hannibal Lecter'ın gardiyanları "yiyerek" kaçtığı sahne. Unutulmaz. 

65. Primetime Emmy Adayları Açıklandı


DRAM

En iyi dizi: Breaking Bad, Homeland, Downton Abbey, House of Cards, Mad Men, Game of Thrones
En iyi aktör: Damien Lewis (Homeland), Hugh Bonneville (Downton Abbey), Bryan Cranston (Breaking Bad), Jeff Daniels (The Newsroom), Kevin Spacey (House of Cards)
En iyi aktris: Connie Britton (Nashville), Claire Danes (Homeland), Michelle Dockery (Downton Abbey), Elisabeth Moss (Mad Men), Kerry Washington (Scandal), Robin Wright (House of Cards)
En iyi yardımcı aktör: Bobby Cannavale (Boardwalk Empire), Jonathan Banks (Breaking Bad), Aaron Paul (Breaking Bad), Jim Carter (Downton Abbey), Peter Dinklage (Game of Thrones), Mandy Patinkin (Homeland)
En iyi yardımcı aktris: Anna Gunn (Breaking Bad), Maggie Smith (Downton Abbey), Emilia Clarke (Game of Thrones), Morena Baccarin (Homeland), Christina Hendricks (Mad Men), Christine Baranski (The Good Wife)



KOMEDİ

En iyi dizi: 30 Rock, The Big Bang Theory, Girls, Louie, Modern Family, Veep
En iyi aktör: Alec Baldwin (30 Rock), Jason Bateman (Arrested Development), Louis C.K. (Louie), Don Cheadle (House of Lies), Matt LeBlanc (Episodes), Jim Parsons (The Big Bang Theory)
En iyi aktris: Lena Dunham (Girls), Edie Falco (Nurse Jackie), Tina Fey (30 Rock), Laura Dern (Enlightened), Julia Louis-Dreyfus (Veep), Amy Poehler (Parks and Recreation)
En iyi yardımcı aktör: Adam Driver (Girls), Jesse Tyler Ferguson (Modern Family), Ed O'Neill (Modern Family), Ty Burrel (Modern Family), Bill Hader (Saturday Night Live), Tony Hale (Veep)
En iyi yardımcı aktris: Jane Krakowski (30 Rock), Jane Lynch (Glee), Sofia Vergara (Modern Family), Julie Bowen (Modern Family), Merrit Wever (Nurse Jackie), Mayim Bialik (The Big Bang Theory), Anna Chlumsky (Veep)



MİNİDİZİ VEYA TELEVİZYON FİLMİ

En iyi dizi/TV filmi: American Horror Story: Asylum, Behinde the Candelabra, The Bible, Phil Spector, Political Animals, Top of the Lake
En iyi aktör: Michael Douglas (Behind the Candelabra), Matt Damon (Behind the Candelabra), Benedict Cumberbatch (Parade's End), Al Pacino (Phil Spector), Toby Jones (The Girl) 
En iyi aktris: Jessica Lange (American Horror Story: Asylum), Laura Linney (The Big C), Helen Mirren (Phil Spector), Sigourney Weaver (Political Animals), Elizabeth Moss (Top of the Lake)




REALITY SHOW/YARIŞMA PROGRAMI

En iyi reality show/yarışma programı: The Amazing Race, Dancing with the Stars, Project Runway, So You Think You Can Dance, Top Chef, The Voice
En iyi sunucu: Tom Bergeron (Dancing with the Stars), Anthony Bourdain (The Taste), Cat Deeley (So You Think You Can Dance), Heidi Klum and Tim Gunn (Project Runway), Ryan Seacrest (American Idol), Betty White (Betty White's Off Their Rockers)



VARIETY SHOW

En iyi variety show: The Colbert Report, The Daily Show with John Stevart, Jimmy Kimmel Live, Late Night with Jimmy Fallon, Real Time with Bill Maher, Saturday Night Live

UNDER THE DOME: 1. Sezon 4. Bölüm: Salgın



Çok karakterli diziler başta göze hoş gözükür çünkü envai çeşit tip olması seyircinin dizi ile olan duygusal temasını pekiştirir, seyirciyi -bir iki ana karaktere sahip dizilere göre- daha bağlı yapar. Yalnız bu tehlikeli bir durumdur. Böyle genelleme yaparak gidersek onlarca paragraf olur o yüzden Under the Dome'a göre ilerleyelim. Pilot'ta ve ertesi bölümlerde önümüze sunulan "karton objelere" sonraki bölümlerde derinlik kazandırmak gerekli elbet fakat dozunu kaçırmamak lâzım. Eğer fazla konuşma ilave edilip ufak bir olay üzerinde tüm bölüm durulursa; hatta bunlara -sci-fi'ların vazgeçilmezi- yapmacık oyunculuklar eklenirse alın size soap opera; ülkemizde bilinen ismi ile: pembe dizi. Kubbenin dışında yaşananları göz ardı eden, "kasabada yaşananlar" temalı dizinin sonu kaçınılmaz pembe dizi olacaktır. İşte bundan korkuyorum. Diziye başlamadan önce tahmin etmiştim zaten, azıcık drama izleyen herkes gibi. Aslında gayet normal bir durum, sonuçta her dizi bir süre sonra saçmalamaya başlamaz mı? (saçmalamak: soap opera)


Bilimkurgu şovumuzun yeni bölümünün ana konusu -adından da anlaşılacağı üzere- salgın. Kasabada boy gösteren hastalıktan aşılarını yaptırmamış herkes etkileniyor, teker teker hastane yolunu tutuyor millet. 40 dakikalık bölümün ilk 20 dakikası -istisnalar hâriç ki birazdan değineceğim- hastaneye yerleşme sekansıyla geçiyor. Dizinin bütün karakterlerinin aynı binada toplanıp sürekli etkileşim hâlinde olmalarını izlemek hem zevkliydi hem de sonraki bölümler için önem teşkil ediciydi. Herkes birbirini tanıyor artık. Sonlardaki duraksamalar ve zorlama oyunculuklar olmasaydı hastane sahneleri tam puan alabilirdi benden. 


Big Jim ile Barbie geçende çıktıkları insanavından(manhunt) sonra yeni bir göreve çıktılar: İlâç temin etmek. Bir de baktılar ki keş papaz delirmiş, ilaçları yakacak! Evet, kıyamet sonrası deliren din adamı klişesi aynen devam etmekte; "Bunlar fırtınadan önceki sessizlik!" gibisinden cümleleri sarf etmekten de geri kalmıyor mübârek. Neyse ki bitirim ikili, ilâçları ele geçiriyorlar.

Big Jim, hastaneden ayrılmadan önce sosyopat oğluna insanların binadan dışarı çıkmasını engelleme vazifesini vermiştir; tüfeği de tutuşturmuştur eline. Junior, dizideki ilgi çekici tek karakter bence. Ne yapacağı kestirilemiyor, üstünde sürekli değişen ruh hâlleri baskın ve içi dışı bir değil. Senaristler, bu karaktere "gerektiği" ağırlığı verirse çok iyi olur, çok da güzel iyi olur. 


Joe ve kız arkadaşının da mistik storyline'ı var. Deneyden sonra videoyu izlediklerinde Joe'nun "Şşşşt!" yaptığını görüyorlar. Seyircinin merakını körükleyen gizem perdesinind yanısıra senaristlerin dizide asıl önemli icraatları ergenlerin gerçekleştireceğini müjdeleyen sahnelerdi.

Bölümü izlerken Julia'ya üzüldüm diyebilirim. Kocasını öldüren adamla takılıyor, yazık değil mi? Öğrenince tepkisi n'olacak acabâ...

Lezbiyen çiftler daha ön plâna çıktı "Salgın"da. Sarışın psikiyatrist kasabaya yararlı olabileceğini kanıtladı, zenci ise insülin aşırmaya çalıştı, ayıp etti.


Evet, dizinin bahtsız şahsına gelelim: Angie. Dört bölümdür "erkek arkadaşı" tarafından sığınakta esir tutulan kız az kalsın boğularak ölecekti eğer bölümün sonunda Big Jim farketmeseydi. Tam da Junior için işler iyi gidiyordu, "babamın göğsünü kabarttım" düşüncelerine dalmıştı. Babası evlatlıktan reddederse hiç şaşmam, acımam da.

Fazla söylenecek söz yok. Bölümün tek kötü olduğu konu Linda ile öğretmeni arasındaki başarısız oyunculuklar eşliğinde pembe dizi diyaloglarıydı. Yapmacık oyunculuklar da devam ediyor. Düzelir umarım. 

8/10

Forbes, en çok kazanan aktörleri açıkladı



Forbes'e göre Temmuz 2012 ile Temmuz 2013 arasında en çok para kazanan aktörler sıralaması şu şekilde;


  1. Robert Downey Jr. --> 75 milyon Dolar
  2. Channing Tatum --> 60 milyon Dolar
  3. Hugh Jackman --> 55 milyon Dolar
  4. Mark Wahlberg --> 52 milyon Dolar
  5. Dwayne Johnson --> 46 milyon Dolar
  6. Leonardo DiCaprio --> 39 milyon Dolar
  7. Adam Sandler --> 37 milyon Dolar
  8. Tom Cruise --> 35 milyon Dolar
  9. Denzel Washington --> 33 milyon Dolar
  10. Liam Neeson --> 32 milyon Dolar

500 milyon Dolar'ı geçen Iron Man 1 & 2'den sonra 1 milyar Dolar barajını geçerek büyük sükse yaratan The Avengers ile Iron Man 3'te başrol oynayan 48 yaşındaki ünlü Amerikalı aktör Robert Downey Jr.'ın birinci sıraya oturmasına şaşmamak gerek. İkinci sırada yer alan Channing Tatum'ın kazancı ise, kendi finanse ettiği düşük bütçeli Magic Mike filminin box office'de beklenmedik başarı göstermesinden kaynaklanıyor. Hugh Jackman da başarısını Les Misérables ve Wolverine'e borçlu. Jackman'ın aynı zamanda, sahibi olduğu Laughing Man(Gülen Adam) kahve ve çay firmasından elde ettiği tüm kârları yardım fonlarına dağıttığını belirtelim. 

DEXTER: 8. Sezon 3. Bölüm: Dexter Morgan('ı) Ne Yiyor?

Spoiler içerir



Dexter dizisini iki kısma ayırmak istesem ilk beş sezonu bir kenaya, son ikisini ayrı bir kenara koyardım. Beş sezon boyunca bize Dexter'ın rutini, eski ve yeni ilişkileri, olaylara karşı tavırları ve direnme gücü gösterildi. Dexter dışındaki diğer karakterlere de geniş ölçüde yer verildi, hepsine karşı sevgi besledik. Altıncı sezona girildiğinde dizi daha karanlık sulara adım attı. Özellikle Debra'nın iç dünyâsına inildikçe ağabeyine âşık olduğunu öğrendik. Sezon boyunca inişli-çıkışlı bölümler boy gösterdi, dinî konulara girildi, Peder Sam, Mike, Louis Greene gibi senaryoda önemli yere sahip yeni karakterleri ve (kısa süreliğine de olsa) Dex'in kâtil kardeşi Brian Moser ile Üçlemeci'nin oğlu Jonah'ı gördük. Bence güzel bir sezondu. Fakat herkes aynı düşünmüyor zirâ hayranlar sırf altıncı sezon yüzünden ikiye bölündü denebilir. Yalnız hemfikir olunan bir konu varsa, o da sezon finalinin sonundaki büyük sürprizdi. Aslında biliyorduk o günün geleceğini. İlla ki günün birinde Deb, hayranlık duyduğu üvey kardeşinin "karanlık yolcusunu" öğrenecekti. İşte bu, Pilot'tan tam altı yıl sonra gerçekleşti. Dolayısıyla yedinci sezon beklenmedik hadiselere, dönüşlere, sürprizlere sahne oldu ve benim de favori sezonum hâlini aldı. Nefret ettiğimiz bir karakter vardı ki -Maria LaGuerta- çoğu zaman ölmesini diledik ve sonunda kabûl oldu. Çok büyük ihtimâlle yaşamının bu şekilde son bulacağını kimse tahmin edemezdi. "Trajik" ölümünden sonra etrafa verdiği hasar ise hayal bile edilemezdi... Diziyi ikiye ayırmamın nedeni Debra ile alâkalı. Altıncı sezonda yıllarca içinde birikmiş hislerini döktü ortaya, yedinci sezonda gerçeği kabûllenmeye çalıştı, sekizinci sezonda ise...


Yukarıdakileri niye anlattım, bilmiyorum. Final bölümünde anlatacaktım aslında. Ancak "What's Eating Dexter Morgan?"ı izlerken aklıma eski sezonlar geldi; ilk yıllar... Dexter'ın departmana donut getirdiği, Debra'nın yüzünün güldüğü, Doakes'un sık sık "fuck" sözcüğünü kullandığı, LaGuerta'nın şirretlik ettiği(bitch), Batista'nın "kritik seçimler" karşısında millete anketörlük yaptığı yıllar... (Masuka değişmedi) 2006'dan beri dizinin müdavimiyseniz geçmişten bugüne Dexter'ın geçirdiği evrimi iyi bilirsiniz.


Sezonun üçüncü bölümü Debra'nın üzerinden gitti. Kör kütük sarhoş Deb, arabada içki içmesinin yanısıra direği de yamultmuş. Yaptığı şeyi görünce verdiği tepki ise anırmak("gülme" denmez ona) oldu. İlahi Deb(Jennifer Carpenter, Emmy adayı olursa şaşırmam). Gecenin dördünde, Dexter yerine (eski) girdili çıktılısı Quinn'i çağırıyor, sorun hâlloluyor bir bakıma. Yaşananları Dex'e aktarıyor Quinn, Dexter da boş durmuyor; Deb'i ikna edip akşam yemeğine çıkıyorlar. Hem seyirci hem Dexter buluşmanın iyi neticeler getireceğine inansa da ertesi sabah olanlar ağzımızı açık bıraktı. LaGuerta'yı öldürdüğünü itiraf etmek?! Aklını peynir ekmekle mi yedin Deb? Çizgiyi aştı bu. Zirâ sen kendini ele verirsen Dexter'ı da sürüklersin peşinden; haydi onu geçtim, diğerlerinin hayatını da boka çevirirsin. Batista, Quinn, Matthews, Masuka zatları gerçeği öğrenince travma geçirmeyecekler mi? Hayatından memnun değilsen ya Miami'yi terk et ya da intihar et. 8 sezondur en gıcık olduğum hareketi yaptın ya Deb, başka bir şey demiyorum. Ölsen -ki öleceksin sezon sonunda- üzülmem, gereğinden fazla dayandın... Neyse ki Vogel araya giriyor ve uzmanlığını kullanarak bundan da sıyrılıyoruz.

 Sevdiğim herkesi yiyip bitirdim. 

Beyin Cerrahı kâtili... Belki Dexter'ın sonunu getirecek babayiğit. Tahminimce 6 ya da 7. bölümde göreceğiz. Çok sürpriz ve beklenmedik birisi olacağı kesin fakat şu an için merakımızı körükleyeceğimiz bir konu değil(kendi adıma konuşuyorum).


87. bölümde Debra'sız sahne yok denecek kadar azdı, Debra'nın tek kişilik gösterisiydi. Ortalama bir bölüm olan "Dexter Morgan('ı) Ne Yiyor"un sonunda yaşanan seansı hepimiz çok özlemiştik, değil mi? Biraz uzun tutulsaydı keşke. Hannah'yı hâlen göstermeyen senaristlere de yuh diyebilir miyim? 


7,5/10

EFSÂNE FİLM REPLİKLERİ V




" Dave, stop. Stop, will you? Stop, Dave. Will you stop Dave? Stop, Dave. "


HAL, '2001: A Space Odyssey' (1968)



" Ernest Hemingway once wrote, "The world is a fine place and worth fighting for." I agree with the second part. "


Morgan Freeman, 'Se7en' (1995)



" What is real? How do you define 'real'? If you're talking about what you can feel what you can smell what you can taste and see, then 'real' is simply electrical signals interpreted by your brain. "


Laurence Fishburne,'The Matrix' (1999)



Mathilda: Is life always this hard, or is it just when you're a kid?

Léon: Always like this.

Natalie Portman & Jean Reno, 'Léon' (1994)



" Oh, I've got one. A Mexican, a Jew, and a colored guy go into a bar. The bartender looks up and says: Get the fuck out of here. "


Clint Eastwood, 'Gran Torino' (2008)

UNDER THE DOME - İlk izlenim


Under the Dome'a ön yargıyla yaklaşmamın birden çok sebebi vardı. İlk olarak Stephen King'in romanından uyarlama olduğu için. Genelde, iki istisna dışında(The Shining ile Esaretin Bedeli), King'in kitabından filme yahut diziye uyarlama yapımların çoğunda gözle görülür bir başarısızlık hâkimdi. İkinci sebep, soap opera yâni Türkçe'mizde bilinen adı ile "pembe dizi" kalıbında olduğunu düşündüğümden. Üçüncü ve son sebebim, son yıllarda çıkan bilimkurguların sayısının az olması ve çıkanların büyük bir kısmının da uyduruk olması. Bu senenin hayal kırıklığı "Defiance" idi meselâ. O yüzden, Under the Dome'a başlamak istemedim. Sci-fi seven biri olarak başka bi' başarısızlığa daha tahammülüm olamazdı. Yine de, "bilimkurgudan zarar gelmez" ideası ile girizgâha daldım ve Pilot'u beğenince, diğer iki bölümü de bir oturuşta izledim. İzlenimlerimi de size aktarayım dedim...


Tipik bir Amerikan kasabası. Günlük güneşlik, bahçeli evler, ağaçlık yerler... Her şey sıradan. Ta ki, gökyüzünden dev bir "kubbe" inip tüm hayatı alt üst edene dek. Under the Dome, bize kubbenin içinde yaşanan olayları anlatıyor.


Hâliyle, dizinin oyuncu kadrosu geniş. Nereden baksan 8-9 tane başrol var. Ayrıca akıcılığın sağlanabilmesi ve monoton, sıradan ilerleyişten kaçınmak için her türden tiplemeler yer almakta. Hırslı Latin polis memuru, bohem hayatı süren siyahi radyo programcısı, eşcinsel çiftler, mağdur ergen, olayları çözmeye çalışan zeki ergen, yakışıklı ve gizemli yabancı, eşiyle sorunlar yaşamış güzel mi güzel gazeteci, otoriter meclis üyesi ve Joffrey Baratheon'a özenen, sinir katsayımızı maksimuma çıkaran sosyopat Junior karakteri. Böyle ruhsal özelliklere sahip bireyler ile dizi her yöne doğru yol alabilir. Diğer bir deyişle ani tür manevralarına açık konumda Under the Dome. 



Oyunculuklar, her sci-fi dizisinde olduğu gibi, ortalamanın altında, vasat. Big Jim (Breaking Bad'deki "Hank" rolüyle tanırız kendisini, kadronun en deneyimli aktörü tarafından canlandırılıyor: Dean Norris) ve kızıl saçlı hanımefendi Julia (Rachelle Lefevre) dışındaki oyuncuların tümü, çoğu zaman çok yapmacık, karton gibiler. İleride düzeleceğine inansam da bu problemin, bilimkurgu dizilerinin oyunculuklarını hiçbir zaman anlayamayacağım herhâlde. Üzerlerinde baskı mı hissediyorlar, yönetmen/yapımcı falan mı kötü, yoksa casting seçimi mi gerçekten berbat? Aynı türden değil biliyorum ama Game of Thrones'a, The Walking Dead'e, American Horror Story veya -kasaba dizisi- Hell on Wheels örneklerine bakıyorum; başrolünden tut yardımcı oyuncunun da yardımcısına kadar gerçekçi, inandırıcı rol performansları gözlemliyorum. Saydığım dizilere "ne alâkası var la? bu bilimkurgu o zombi dizisi" diyen olursa hârikâ oyunculuklara sahip, son yılların en kaliteli sci-fi dizisi "Falling Skies"ı gözüne sokarım.

                                                                                                               

Yukarıdaki ile bu "karenin" hükümete karşı bir kinâye içerdiği kanaatindeyim

Diğer dizilere ve filmlere yapılan göndermeler oldukça hoş ve akıllıca. Özellikle Simpsons: The Movie'de Springfield'ın tepesine yerleştirilen kubbeyi tanık göstererek Stephen King'in kendi kendini tiye alması komik ve takdir edilesi bir davranış.

Kasabanın birlik olup yangını söndürmesi etkileyici sahnelerden bir tanesi

Sadede gelirsek; Kubbenin Altında (Türkçe'si bile cool) bir fâcia değil; Terra Nova, Continuum, Revolution, Defiance gibi çakma sci-fi'lar gibi hiç değil. Gelecek vaat ediyor. Senaryo ilgi çekici, envai çeşit karakter mevcut ve en önemlisi bilimkurgu. Yaz akşamları keyifle izlenecek Under the Dome'a geç olmadan başlayın. Pazartesileri Amerika'da yayınlanan yapımı Salı günleri seyredebileceğiz. Çarşamba günleri de, o haftaki bölümün incelemesini blog'da bulacaksınız. Görüşmek üzere.

DONNIE BRASCO: Depp-Pacino ikilisi izlemeye değer


Mike Newell'ın filmografisini incelerken denk geldiğim film, başrol oyuncularıyla zaten büyüledi beni, izlememek olmazdı. Mafya filmlerini pek seven biri olmamama karşın(yine de izlerim, orası ayrı) Donnie Brasco'dan son derece keyif aldığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

Joe Pistone(Johnny Depp) FBI ajanıdır. Yıllarca kendini mücevher hırsızı 'Donnie Brasco' olarak tanıtmıştır. Amacı, mafyaya dâhil olup çetenin tüm kirli işlerini ve sırlarını ifşa etmektir. Bu ideal yolunda ilk olarak, alt kademe bir mafya elemanı ile tanışır: 'Lefty'(Al Pacino). Bir süre sonra arkadaş olan ikilinin başından geçenleri anlatır aslında film. Donnie, Lefty'nin "hiç sahip olmadığı oğlu" poziyonundadır. Aynı zamanda Lefty kefil olmuştur Donnie'ye. İşleri yürüten eski patron ölünce Lefty'nin arkadaşı geçer New York gangsterlerinin başına. Olaylar geliştikçe gelişir ve sonunda FBI, Joe'nun sadakatinden şüphe duymaya başlar. Her ne kadar bırakmayı istese de artık dostu olan Lefty'yi düşünerek, mafyadan ayrılıp ayrılmamak konusunda ikileme düşer.


Daha ileri gitmeden, Johhny Depp ile Al Pacino arasındaki uyumdan bahsedeceğim. Aralarındaki kimyâ tam anlamıyla kusursuz olan ikili, sanki berâber oynamak için yaratılmışlar. Sakin, uysal, emir eri Donnie'nin ve sert, sinirli, çenesi düşük(26 insan öldürdüğü dilinden düşmüyor) Lefty'nin film ilerledikçe iç dünyâlarına iniyoruz ve karakter derinliği sağlandıkça aslında hiç de göründükleri gibi "korkunç" olmadıklarını görüyoruz. Donnie karısını ve çocuklarını seven, pis işlerden kurtulmak ve ailesine zaman ayırmak isteyen biri iken Lefty de yaptıkları karşılığında saygı bekleyen, senelerce emek vermiş ama karşılığını alamamış, Donnie'yi -belli etmese de- oğlu gibi seven biridir. Rolling Stone eleştirmeni Peter Travers'ın dediği gibi, cennette yaratılmış ikili. Yaptıkları ince espriler ve nükteler, filmi "klâsik" konumuna getirmeye yetiyor. 

Oyunculuklarda sıkıntı yaratmayan yapımın yardımcı oyuncuları da iyi iş çıkartarak gerçekçiliği yakalamamıza destek veriyor.

Michael Madsen başta olmak üzere yardımcı oyuncuların performansı kayda değer

Gayet düz ve ince bir çizgi yakalayan yönetmen, film boyunca tempoyu ne arttırıyor ne düşürüyor. Gereksiz hadiseleri ve diyalogları uzak tutarak olay örgüsünden kopmamamızı, iki buçuk saat sadece ekrandaki film ile ilgilenmemizi istiyor ve hedefine de ulaşıyor. Zaman zaman kara film havası yakaladığını da belirtmek gerek.

Filmde yer alan, sık sık karşılacağınız bir söz var: "Forget about it". Lefty'nin söylediği deyimi Joe, yazının aşağısındaki 1 dakikacık videoda açıklıyor, izlemeniz tavsiye edilir.


Gangster  filmlerini sevmiyorsanız bile bi' göz atmanızı öneririm. Daha 5. dakikada Depp ile Pacino'nun tanıştığını görecek ve filmi bırakamayacaksınız. Hele film seyretmeyi hobi hâline getirdiyseniz, kaçırmayın Donnie Brasco'yu zirâ güzel vakit geçireceğinize eminim.


Donnie Brasco: 9/10



DEXTER: 8. Sezon 2. Bölüm: Her Hayırda Bir Şer Vardır...

Spoiler içerir mübârek



Geçen hafta gayet düzgün bir başlangıç yapan Dexter, bu hafta ikinci bölümüyle karşımızda. Michael C. Hall'un yönettiği "Every Silver Lining..."in geçen bölüme göre biraz sönük kaldığını söyleyebiliriz.

Bölüme geçmişe ait kasedi izleyerek başlıyoruz. Harry, Dr. Vogel'a Dexter'ı anlatıyor. Onu çocukken suç mahalline soktuğunu, kana tutkun olduğunu o zaman farkettiğini söylüyor. Eve gelirken Dexter'ın elinde bir şey tuttuğunu görmüş, biz izleyicilerin görmeye alıştığı bir şey, yadigâr. Harry'nin sonra söylediği "Dex hakkında yanılmıyormuşum, değil mi? Onda bir sorun var." sözü ise Dexter'ın ağzını açık bıraktı resmen. Zirâ ilk defâ  geçmişi hakkında birinci elden ve görsel medya aracılığıyla bilgi edinmiş oldu. Bölümün ilk 10 dakikası, dizinin seyircileri açısından mühim anlara sahne oldu. "Harry's Code" dediği kuralları belirleyenin aslında babası olmadığını öğrendik. Harry'nin, Dexter'ın içindeki öldürme tutkusunu yönlendirdiğini(kısmen kontrol ettiğini) biliyorduk lâkin bunu Vogel'in yardımıyla gerçekleştirdiğini öğrendik 86. bölümde. Vogel'in söylediği tüm replikler kayda değer önem taşıyor. Örneğin; kendini Dex'in "manevi annesi" yerine koyması... Polise gitmek yerine o "psikopat" çocuktan "etkilendiği" nedeniyle O'nu eğitmeyi tercih etmesi... Evelyn aslında Dex'i gerçekten kolluyor(ya da bize öyle geliyor!) Velhasılıkelâm, Vogel'in yıllar sona Miami'ye gelme sebebi Dexter'dan, insanları öldürüp beynini yüzen şahısa karşı yardım istemek(miş). 


Miami... Ne güzel bir yer öyle değil mi? Türkiye'nin Antalyası'nın katbekat gelişmiş versiyonu. Yalnız diziye göre bütün katiller Miami'de anasını satayım! Şu 7 yılda neler görmedik ki? Ice Truck Killer(Buz Kamyonlu Kâtil), Bay Harbor Butcher(Liman Koyu Kasabı), Skinner(Deri Yüzücü), Trinity(Üçlemeci), Jordan Chase(bunun lakabını unuttum), Doomsday Killer(Kıyâmet Günü Kâtili), ilk önce kötü biri olarak tanıdığımız ancak iç derinliğine inildikçe kalbimizi fetheden Isaak Sirko'yu ve ikinci sezonun Lila'sını da sayarsak bayağı bir manyakla içli dışlı olduk. Yeni manyaklara karnımız tok der demez... aha! Bir seri kâtille daha karşı karşıyayız. Açıkçası, 7 sezonda olanlardan sonra, kâtillerin yaptığı hiçbir şeye şaşırmıyoruz artık. Kurbanının beynini yüzmüş bu seferki, empatinin işlendiği minik parçacığı da Vogel'in kapısına bırakmış. Belki 3-4 yıl önce yaşansaydı bu olay, seyirci "vay anasını" diyebilirdi ancak o kadar çok kişilik, cinâyet, zihin gördük ki; psikopat herif havada kuş tutsa normal karşılayacak durumda Dexter izleyicileri. O yüzden senaristlerin, yeni kâtilin üzerine fazla gitmeleri hoş karşılanmaz. Final sezonunda sakın bu hataya düşmesinler. Zaten Sussman da gerçek kâtil değilmiş. E belliydi, bir bit yeniği olduğunu tüm seyirciler sezmiştir illa ki.


Debra. Depresyonda. Yeni ortağı Elway ile işleri şekillenirken, fazla detaya girmiyorum, bir de cinâyet işliyor. Üzüm üzüme baka baka kararır. Artık Debra seri katil, tıpkı abisi gibi... Dex, öfkesine yenik düşüp Rüştü Reçber'in yumurta ikizi El Sapo'yu öldüren kız kardeşinin tehlikede olduğunu düşünerek ziyarete gider ve -geçen sezondan alıştığımız- "Deb bunalımda Dex onu sakinleştirme çabasında" türünde konuşmaları izledik. Bu konunun da üzerinde fazla durulmasını istemiyorum şahsen çünkü geçen sezon bol bol tanık olduk Morgan kardeşlerin konuşmalarına. Yine aynı diyalogları evirip çevirip, ısıtıp kaynatıp önümüze sunmasınlar. İfrat derecesine ulaşmasın, tadında bırakılsın efendim. 


Debra daha sonra Miami Metro'ya geliyor, El Sapo konusunda bilgi vermek için. Quinn tarafından ifâde verirken cinâyet anını hatırlayıp fenalaşıyor ve Dexter, kardeşini odadan apar topar çıkartıyor ve tenha bi' yere geçiyorlar. Dexter olayı idrak etmeye çalışırken Debra, El Sapo'yu öldürmek için kullandığı silahın delil odasından "kaybolmasını" ister. Dex'in her zaman yaptığı iş zaten, pekâlâ kabûl eder. 


Dexter, dizi olarak, yardımcı karakterlerin senaryolarının da hayli kuvvetli ve sürükleyici olmasından dolayı sevilmiştir. 8. sezonun yan hikâyeleri tam olarak belli olmasa da, bu sezon Dexter ana odak noktası olduğundan, sezon 7'deki Joey Quinn-Katja ilişkisi gibi hârikâ bir storyline göremeyeceğiz. 

Quinn ile Batista birlikte çalışıyorlar hâlen. Gariptir, ikisini ne zaman yan yana görsem 6. sezondaki yumruklaşmaları aklıma geliyor... Son derece komik anlardı.


Harrison'ın seksi bakıcısı, Angel'in kardeşi  Jaime, biz  "bu sezon da Quinn'le berâber" diyemeden tartıştılar ve Jamie resti çekti. Sonraki bölümlerde araları düzelir muhtemelen. Velev ki Quinn, komiser yardımcılığı(Sergeant) sınavına girerse barışmaları kaçınılmaz olacaktır.

Tempo tutturamayan, sonraki bölümlere zemin niteliğinde, bol diyaloglu  bir bölümdü "Her Hayırda Bir Şer Vardır". Şunun şurasında büyük finale kaç bölüm kaldı? Hannah'yı gösterin artık. Onsuz olmuyor. 10 üzerinden puanım 8. 

Haftaya üçüncü bölüm ile görüşmek üzere...