Baştan sona vurdulu-kırdılı filmler çekmek, sinema literatüründe son yılların en gereksiz fikirleri arasında görülüyor. Özellikle 1980'lerde bu tür filmlere doyan seyirci, doğal olarak, artık herhangi bir senaryodan noksan, beyinsiz filmler görmeye tahammül edemiyor. Bu bağlamda salt dövüş filmi yapmak zor -hatta riskli- denebilir. Zirâ hiçbir film iki saat sadece kavgayla yürümez. Ancak The Raid: Redemption misali istisnaî filmlerde bu durum tersine dönüyor. Çünkü, sinemadan az çok anlayan biri, genel seyircinin az çok ne izlemek istediğini tahmin edebilir. Filmografisine baktığımızda sinemaya iki gereksiz eser kazandırdığını gördüğümüz Evans, çektiği birbirine benzer türdeki filmlerden dersini almış ki, The Raid: Redemption ile kefaretini ödüyor.
Endonezya-ABD ortak yapımı The Raid: Redemption, Endonezya'nın başkenti Jakarta'da yer alan, gangsterlerin ve haydutların yönetimi ele geçirdiği kocaman bir apartmana yapılan polis baskınını anlatıyor. Evet, normalde polisin, hatta özel kuvvetlerin dâhil olduğu çapta bir operasyon uzun sürmez, sürse bile kazanan baştan bellidir. İşte The Raid'in konusunu şekillendiren de bu: İçeri giren ekip dışında kimsenin baskından haberi yoktur çünkü Teğmen, takviye kuvvetine gerek duymamıştır! Ekip dağılır, tabii dağılmadan önce yüzde sekseni ölür, geri kalanlar ise çıkışa doğru uzanan çetin yoldan bireysel mücadeleler vererek geçmelidir.
The Raid: Redemption'ı türevlerinden ayıran unsurlara gelelim. İlk olarak, filmin bütün (burada "bütün"ün altını çizerim) aksiyon sekansları dudak uçuklatıcı. Son derece adrenalin dolu, değişik dövüş koreografileri mevcut. Ve her sahnede ayrı hareketler izliyoruz, tek bir numaraya bağlı kalınmıyor, ayrıca bu sekansların süresi de pek uzun. Dövüş sanatlarını sevin ya da sevmeyin, hatta nefret de edebilirsiniz, ama The Raid'i izlemeden önce bir daha düşünün derim.
Tümü iç mekânlarda geçen gerilim voltajı yüksek, kanlı-kemikli aksiyonun yanısıra hikâyeden kopmayışımız ve karakterlere duyduğumuz empati ve "acıma" duygusu da filmin nüans farklarından biri. Ansambl kadroya ve türüne rağmen, desteklediğimiz bir kahraman elbet çıkıyor. Ani bir twist (sürpriz)'le karşılaştığımızda boş boş bakmıyoruz, gerçekten şaşırıyoruz. Çünkü The Raid, bir olay örgüsüne göre ilerliyor, kafasına göre değil.
Tümü iç mekânlarda geçen gerilim voltajı yüksek, kanlı-kemikli aksiyonun yanısıra hikâyeden kopmayışımız ve karakterlere duyduğumuz empati ve "acıma" duygusu da filmin nüans farklarından biri. Ansambl kadroya ve türüne rağmen, desteklediğimiz bir kahraman elbet çıkıyor. Ani bir twist (sürpriz)'le karşılaştığımızda boş boş bakmıyoruz, gerçekten şaşırıyoruz. Çünkü The Raid, bir olay örgüsüne göre ilerliyor, kafasına göre değil.
The Raid: Redemption, dövüş başladı mı herkese eşit davranıyor. Başrol ya da yan rol, hatta figüran; arenadaysanız, rakibinizle eşitsiniz demektir. Hiç görmediğiniz bi' herif gelip tüm grubu darmadağın edebilir, ya da tam tersi olabilir. Filmin bu anlamda, tüm karakterlere adil yaklaşması, "iyi adam kazanır" ve "mutlu son" klişelerini ortadan kaldırıyor, gerçekçilik hissiyatını arttırıyor, seyirciyi mütemadiyen merak içine sürüklüyor ve böylece daha önce rastlamadığınız, eşi benzeri görülmemiş harika aksiyon sekanslarının yanında, klâsik tarz bir hikâyeye yedirilmiş sürükleyici unsurlarla beraber film, türevlerinden farklı bir konuma ulaşıyor. Bir de; İngilizce'de "filler moments" adıyla anılan, bobin dolsun, vakit geçsin amacıyla eklenen sahneler de minimuma indirilseydi, The Raid: Redemption için dört dörtlük bir başyapıt diyebilirdik. Lâkin her gülün vardır bir dikeni.
+ Dudak uçuklatıcı aksiyon.
+ Muhteşem koreografi.
+ Filmin herkese eşit davranması.
- Filler moment'ların fazlalığı; toplam süreden bir 30 dakika indirgenebilir.
THE RAID: REDEMPTION (2011)
8/10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder