Filth, ünlü İskoç yazar Irvine Welsh'in yazdığı psikolojik romanlardan biri. Kitabın orijinal ismiyle sinemaya uyarlanan film, bir polisin terfi etmek için gerçekleştirdiği eylemleri, göze aldığı riskleri ve ruhsal tahlilini anlatmayı kendine görev biçiyor. Bruce Robertson (James McAvoy) seks ve uyuşturucu bağımlısı, alkolik, yozlaşmış, aynı zamanda sık sık halüsinasyon gören, kişilik bozukluğundan muzdarip, rahatsız, sevilmeyen bir polistir. Terfi fırsatı karşısına çıkınca Bruce, yaşamının en sancılı dönemini geçirir. Biz seyircilerden ise, tam bu dönemde, bu kirli polisin hikâyesine tanık olmamız isteniyor.
Filth için "bu yıl izlediğim en ilginç film" sözünü kullanabilirim. Kezâ Bruce için de aynısı geçerli; hem bipolar, hem şizofren, hem de kişilik bozukluğu olan birine sık sık rastlanmıyor. Yaklaşık 100 dakikalık mütevazı bir ekran süresine sahip Filth'in amacı, ana kahramanının psikolojik tahlilini yapmak. Bruce, dedektif zincirinde bir üst halkaya geçmeyi herkesten çok istiyor. Bunun için insanları manipüle ediyor, berâber çalıştığı iş arkadaşlarının karısıyla birlikte oluyor, arkadaşlarının kirli sırlarını açığa çıkarıyor, kısaca aklınıza dahi gelmeyecek her pisliği (bkz. filmin adı) yapıyor. Bu durum içinden çıkılamaz bir hâl alınca ve geçmişin izleri tekrar gün yüzüne çıkmaya başlayınca Bruce da tam anlamıyla dağılıyor.
Film, karaktere birçok açıdan yaklaşıyor. Kimi zaman bir koca, baba, arkadaş, dost, kardeş, polis; kimi zaman da psikopat, zorba, zalim, aşağılık sıfatlarından herhangi biriyle -veya birkaçıyla- karşımıza çıkıyor. Bu sıfatları hak etmek ve karakterin o kişilik özelliğine bürünmesi için film, hem komedi hem dram hem de polisiye türünden yardım alıyor. Gelgelelim ki bu türlerden asla tamamen beslenemiyor. Komedi için fazla ağır, dram için fazla komik, polisiye için fazla hafif kaçıyor. Bu da film boyunca bitmek bilmez bir anlam ve tür karmaşasına yol açıyor. Elbette, ortalama beş dakikada bir kahkaha attığımız, ağzımızın açık kaldığı sahneler mevcut, özellikle komedi unsurları gerçekten çok iyi yedirilmiş, fakat o sahneler bile -genele oranla- burnumuzdan getiriliyor desem yeridir. Abartılmış muziplikler yerine, Bruce'un hastalığına veya geçmişteki bağlarına "biraz olsun" değinilseydi, eminim bilgi sahibi bir seyirci olarak filme hakimiyetimiz kat be kat artardı; sadece üçüncü tekil şahıs gözüyle bakmazdık olaylara.
Filth için "bu yıl izlediğim en ilginç film" sözünü kullanabilirim. Kezâ Bruce için de aynısı geçerli; hem bipolar, hem şizofren, hem de kişilik bozukluğu olan birine sık sık rastlanmıyor. Yaklaşık 100 dakikalık mütevazı bir ekran süresine sahip Filth'in amacı, ana kahramanının psikolojik tahlilini yapmak. Bruce, dedektif zincirinde bir üst halkaya geçmeyi herkesten çok istiyor. Bunun için insanları manipüle ediyor, berâber çalıştığı iş arkadaşlarının karısıyla birlikte oluyor, arkadaşlarının kirli sırlarını açığa çıkarıyor, kısaca aklınıza dahi gelmeyecek her pisliği (bkz. filmin adı) yapıyor. Bu durum içinden çıkılamaz bir hâl alınca ve geçmişin izleri tekrar gün yüzüne çıkmaya başlayınca Bruce da tam anlamıyla dağılıyor.
Film, karaktere birçok açıdan yaklaşıyor. Kimi zaman bir koca, baba, arkadaş, dost, kardeş, polis; kimi zaman da psikopat, zorba, zalim, aşağılık sıfatlarından herhangi biriyle -veya birkaçıyla- karşımıza çıkıyor. Bu sıfatları hak etmek ve karakterin o kişilik özelliğine bürünmesi için film, hem komedi hem dram hem de polisiye türünden yardım alıyor. Gelgelelim ki bu türlerden asla tamamen beslenemiyor. Komedi için fazla ağır, dram için fazla komik, polisiye için fazla hafif kaçıyor. Bu da film boyunca bitmek bilmez bir anlam ve tür karmaşasına yol açıyor. Elbette, ortalama beş dakikada bir kahkaha attığımız, ağzımızın açık kaldığı sahneler mevcut, özellikle komedi unsurları gerçekten çok iyi yedirilmiş, fakat o sahneler bile -genele oranla- burnumuzdan getiriliyor desem yeridir. Abartılmış muziplikler yerine, Bruce'un hastalığına veya geçmişteki bağlarına "biraz olsun" değinilseydi, eminim bilgi sahibi bir seyirci olarak filme hakimiyetimiz kat be kat artardı; sadece üçüncü tekil şahıs gözüyle bakmazdık olaylara.
Yönetmen Jon S. Baird'in Stanley Kubrick hayranı olduğu da açıkça fark ediliyor. Filmin ilk saniyesinde gözümüze çarpan "Filth" yazısının "A Clockwork Orange"daki jenerik ile benzerliğinden tutun yine aynı filmdeki köprü altındaki sahneye, duvardaki 2001 posterinden sürekli "Aye!" diye feryat eden Mr. Deltoid'e kadar önemli göndermeler görüyoruz. Başrol Bruce bile, Alex'in bir üst versiyonu gibi duruyor.
Bu filmden bahsederken James McAvoy'u es geçmek büyük ayıp olur. Psikopat rolünü canlandırmak göründüğünden çok daha zordur. Lâkin, kariyeri boyunca hep ortalamanın üstünde filmlerde iyi adam rollerinde gözüken İskoç aktör, kendi çizgisinin dışına çıkmayı, çıtayı yükseltmeyi başarıyor. Filth ile Oscar'lık bir performansa imza atıyor ve çağımızın kesinlikle adından söz edilmesi gereken oyuncuları arasına adını yazdırmıyor; kazıtıyor...
+ James McAvoy'un en iyi performansı.
+ Komedi unsurları.
- Karmaşa.
- Hangi türe ait olduğu müphem.
- Bruce'un hastalığını çözebilen var mı?
FILTH (2013)
6/10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder