Yönetmen koltuğunda Ben Stiller'ın oturduğu, James Thurber'ın kısa hikâyesi baz alınan The Secret Life of Walter Mitty, sürekli hayallere dalıp gerçek ile fantezi arasında gidip gelmekte olan 42 yaşındaki bir LIFE dergisi çalışanının, derginin son sayısının kapağı için gerekli olan 25. fotoğraf karesini bulmak amacıyla, dünyayı gezen ve nerede olduğu kimsenin bilmediği, fotoğrafçı ortağının yanına seyahatini konu ediniyor. Elbette böyle yüzeysel bir senaryo ile karşılaşmıyoruz. Walter Mitty sessiz, içine kapanık, asosyal ve pısırık biri; ancak geçirdiği serüvenden sonra, tahmin edebileceğiniz üzere, büyük değişim geçirecek, özgüveni yerine gelecektir.
BLACK SAILS: 1. Sezon (İnceleme)
(Spoiler geçen yerler belirtilmiştir)
Kâtil, suç, cinayet, politika, soap opera, melodram, "Amerikan" komedisi, üçüncü sınıf bilimkurgu ve artık yaşlanmaya başlamış The Walking Dead ile Game of Thrones'dan gına geldiğini itiraf etmeliyiz. Esefle söylemek gerekir ki televizyonda, sinemanın aksine, tür bakımından pek yenilik göremiyoruz. Farklı olduğunu iddia eden yapımların büyük çoğunluğu şablonlardan, ucuz numaralardan, klişelerden kurtulamıyor; bir süre sonra sıkıyor, seyirciler yuhalıyor, eleştirmenler yerin dibine sokuyor, ve en nihayetinde iptal ediliyor. Dolayısıyla bu şartlar altında korsanlık temasını ön plana çıkaran, özellikle de bu dizinin seks unsurunu aşırı kullanan bir kanal olan Starz'da yayınlanacağının haberini aldığımız vakit, az çok dizi seyreden bir vatandaşın heyecanlanması bakımından herhangi bir sebep mevcut değil idi... Buraya kadar yazdıklarımı okuduğunuza göre aklınızda şekillenen soru şu olmalı: Black Sails gerçekten izlemeye değer, diğerlerinden sıyrılan, iyi bir dizi mi? İşte bu sorunun yanıtını az sonra bulacaksınız...
ZAMANDA YOLCULUK TEMALI FİLMLER (Dosya)
Aylar evvelki Back to the Future eleştirimde belirttiğim gibi zamanda yolculuk, ilk bakışta herkesin rahatlıkla arzulayacağı bir doğaüstü araç olurdu. Dilediğiniz güne, yıla, çağa gitmek elbette daima cazip gelecektir insanoğluna. Ancak böyle bir durum çok ciddi riskleri ve içinden çıkılamaz paradoksları da beraberinde getirir. Bu nedenle Back to the Future'ı ayrı bir yere koyarım. Çünkü etrafında durduğu konu gerçekten enteresan, konuyu işleme biçimiyle de sinemanın efsaneleri arasına adını kazıttı zaten. 20'li yaşlarındaki gencin 30 yıl geriye gidip annesini "yanlışlıkla" baştan çıkarması...
Zamanda yolculuk filmleri BttF ile sınırlı kalmıyor, kalamaz. Zemeckis-Spielberg ne kadar diğerlerinden ayrıksı bir çalışma sergilemiş olsalar da, ondan önce de bu tür filmler vardı, sonra da. Bu dosyada ise en önemlilerini ve bilgim dahilinde olanlarını tanıttım. İyi okumalar.
DA VINCI'S DEMONS: 2. Sezon 1. Bölüm (İnceleme)
Starz'ın son yıllarda Spartacus'den sonra ortaya çıkardığı ilk diziydi Da Vinci's Demons. Dizi, adından anlaşılacağı üzere büyük dehâ Leonardo da Vinci'nin gençliğini bize anlatıyordu. Henüz 25 yaşındayken farklı fikirlerin doğup gelişemediği, baskı altındaki dejenere topluma, dogma yanlışlıklara, katı din anlayışına, din maskesi altında saklanıp hem kralları hem de masum insanları ağına düşürüp kukla misali oynatan sahtekârlara, zorbalara, otoriteye, düzene, dünyaya, "şeytanlara" meydan okuyan, doğaüstü zekâya sahip ayrıksı bir gayrımeşru sanatçının, Floransa sokaklarındaki zorlu mu zorlu yaşantısını, tarihsel gerçeklerle beraber Mithras'ın Oğulları ve Yapraklar Kitabı başta olmak üzere mistik öğelerle bezeli bir biçimde geçtiğimiz sene 8 bölüm hâlinde seyretme fırsatımız oldu. Bütün kitaplarda yüzü kırışık, sakallı, ihtiyar portresiyle tanıdığımız Da Vinci, ilaç gibi geldi biz izleyicilere. Sezonun ilk yarısı inişli-çıkışlı, zaman zaman sıkıcı dakikalarla geçse de, son bölümlerde müthiş bir momentum kazanmayı bildi (burada Vlad Tepeş'li bölümün altını çizerim, geçirdiğim en iyi 60 dakikalardan biriydi.) ve merak körükleyici bir cliffhanger ile sezonu kapatmıştı.
SAVING MR. BANKS (Eleştiri)
Bir zamanların en ünlü çocuk romanı konumundaki Mary Poppins'in yazarı Pamela Travers (Emma Thompson), maddi bakımdan zor durumdadır. İçinde bulunduğu hâlden kurtulmanın tek yolu, Walt Disney (Tom Hanks)'nin 20 yıldır her sene tekrarladığı teklifi kabul edip Poppins'in film haklarını Disney'ye satmaktan geçer. Gönlü razı olmasa da Pamela çaresizdir ve nihayetinde Amerika'ya gelir, danışman senarist olarak senaryo ekibine katılır. Ne var ki, P.L. Travers halk içinde "huysuz" olarak nitelendirebileceğimiz biridir zirâ lafını asla esirgemez, aklından geçenleri doğrudan dışarı vurur, insanları kâh isteyerek kâh istemeyerek rencide eder. Walt Disney'nin, Mary Poppins'i "aptal" çocuk filmlerinden birine dönüştüreceği korkusundan dolayı herkese kendi kurallarını kabul ettirir...
FILTH (Eleştiri)
Filth, ünlü İskoç yazar Irvine Welsh'in yazdığı psikolojik romanlardan biri. Kitabın orijinal ismiyle sinemaya uyarlanan film, bir polisin terfi etmek için gerçekleştirdiği eylemleri, göze aldığı riskleri ve ruhsal tahlilini anlatmayı kendine görev biçiyor. Bruce Robertson (James McAvoy) seks ve uyuşturucu bağımlısı, alkolik, yozlaşmış, aynı zamanda sık sık halüsinasyon gören, kişilik bozukluğundan muzdarip, rahatsız, sevilmeyen bir polistir. Terfi fırsatı karşısına çıkınca Bruce, yaşamının en sancılı dönemini geçirir. Biz seyircilerden ise, tam bu dönemde, bu kirli polisin hikâyesine tanık olmamız isteniyor.
THE RAID: REDEMPTION (Eleştiri)
Baştan sona vurdulu-kırdılı filmler çekmek, sinema literatüründe son yılların en gereksiz fikirleri arasında görülüyor. Özellikle 1980'lerde bu tür filmlere doyan seyirci, doğal olarak, artık herhangi bir senaryodan noksan, beyinsiz filmler görmeye tahammül edemiyor. Bu bağlamda salt dövüş filmi yapmak zor -hatta riskli- denebilir. Zirâ hiçbir film iki saat sadece kavgayla yürümez. Ancak The Raid: Redemption misali istisnaî filmlerde bu durum tersine dönüyor. Çünkü, sinemadan az çok anlayan biri, genel seyircinin az çok ne izlemek istediğini tahmin edebilir. Filmografisine baktığımızda sinemaya iki gereksiz eser kazandırdığını gördüğümüz Evans, çektiği birbirine benzer türdeki filmlerden dersini almış ki, The Raid: Redemption ile kefaretini ödüyor.
OUT OF THE FURNACE (Eleştiri)
Yaşı 60'a dayanmış, popülaritesini kaybetmiş, yavaş yavaş solmakta olan bir Country müzisyeni Bad Blake'i konu edinen Crazy Heart ile karşımıza çıktı Scott Cooper. Film genel anlamda beğenildi; hem teknik hem senaryo bakımından ortalamanın üstünde, hoş bir aile filmi ile karşılaştık. Aynı zamanda Jeff Bridges da Crazy Heart'dan nasibini aldı ve dört adaylıktan sonra ilk Oscar'ını kazandı...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)