CAPTAIN AMERICA: THE WINTER SOLDIER (Eleştiri)


XXI. yüzyılda ağırlığını hissettiren ve geçtiğimiz son 5 yılda en parlak dönemine erişen süper kahraman temalı eserler, özellikle sinemanın katkısı sayesinde, günlük yaşantımızda kalıcı yer edindiler hiç şüphesiz ki. Geniş çaplı kitlelere hitap eden popüler kültür oyuncakları herkesin işine geliyor; seyircinin, sinemacının, okuyucunun, yazarın, en önemlisi de sermaye sahiplerine, yani kapitalizm için de kazan-kazan durumu. Kapitalizmin zararları yahut süper kahraman patlamasından uzun uzadıya bahsetmeyeceğim, o yüzden sade cümlelerle ifade ediyorum. Kabul edelim, artık öyle bir noktadayız ki para babaları bize soyulacak tavuk gözüyle bakıp ona göre hareket etmekten başlarını kaldırmıyor. Reklam aracılığıyla yüceltilen, bize sunulan ürünü alıyoruz. İşin garip yanı, çoğumuz haberdar mevz-u bahis kısır döngüden. Yine de alıyoruz, çünkü merak ediyoruz. Popülarite araçları karşısında iradesizlik içinde kapıldığımız merak duygusu, kapitalizmin yoğun çabaları neticesinde kafalarda çoktan şekillendi, nihai amaçlarına ulaştılar. Merak etmekten kendimizi alıkoyamayıp, sinema özelinde gidersek, ortada ne kadar şatafatlı, pohpohlanmış film varsa seyretme ihtiyacı duyuyoruz. Yapımcılar ve sözümona yönetmenler de pekâlâ farkındalar ki, kimi zaman megalomal esintilerle, filme hiçbir şey katmadan, ne senaryo, ne kurgu, ne oyunculuk; bütün desteklerini yapım şirketinden ve eserin adından alıp artık her CGI illetine razı gelen seyirciye kakalıyor. Buna en güzel örnek, yakın zamanda görücüye çıkan ve Kaptan Amerika ile kolayca bağdaştırabileceğimiz bir arkaplana sahip Thor: The Dark World veya Iron Man 3 olarak verilebilir. Tamamen boş bir 'sinema' eserinin ne kadar kişi çekebildiğini, ne kadar büyük miktarda para kaldırabildiğine hepimiz şahit olduk... Her şeye rağmen, bazen öyle filmler çıkıveriyor ki, süper kahraman konvansiyonelinden defalarca nasibini alanları bile şaşkına uğratmayı başarıyor; misal, Captan America: The Winter Soldier.

Marvel'ın yeni süper kahraman açılımı bağlamında iki yıl evvel ilk solo filmine kavuşan ve oldukça beğenilen Captain America: The First Avenger'da, ufak bir üflemeyle yıkılacak kadar zayıf, çelimsiz, asker olmayı idealleri arasına katmış biri olan Steve Rogers (Chris Evans)'ın II. Dünya Savaşı senelerinde vuku bulan hikâyesine tanık olduk. Rogers, askerlik için uygun bulunmayınca insanı makine gibi güçlü ve yenilmez kılacak son derece gizli bir askerî deneye başvurmak mecburiyeti hisseder. Onu Kaptan Amerika'ya dönüştüren deney başarıyla sonuçlanır, yaratılan ölümcül denek Amerika Birleşik Devletleri'nin buyruğu altında Kızıl Kurukafa'ya karşı savaşmaya koyulur. Sonuç olarak savaştan galip gelmiştir gelmesine de, uçağı yere indiremeyip denizin ortasına çakılınca buzların arasında uzun mu uzun süren derin bir uykuya dalmış, aradan ancak üç çeyrek asır sonra bedeni çıkarılarak yeniden hayata döndürülmüştür. Modern dünyaya alışmaya çalışırken patlak veren Loki'nin misillemesi (bkz. The Avengers) hayatını tekrar alt üst etmese bile, birtakım etkiler bıraktığı anlaşılıyor. Kaptan Amerika yüzü fazla gülmeyen, ciddi, ağırbaşlı biri. Hem askerî geçmişi ve bu müesseseye duyduğu saygıdan hem de geçmişte deneyimlediği acı hadiselerden, geçirdiği sert çocukluk ve gençlik çağından mütevellit 95 yaşındaki asker, espri yapmakta ve arkadaş edinmekte daima çuvallıyor, gününün tamamını spor yapmakla geçiriyor. Kazançtan ziyade inançları uğruna mücadele eden Kaptan, Yenilmezler üyesi diğer Marvel evreni karakterlerinden sempati ve ideoloji bakımından ayrık bir konumda. Kendisini sevdirmek, göze hoş gözükmek, günü kurtarıp göğsünü gere gere dolaşmak gayesiyle uğraşmıyor, başı havada dolaşmıyor, sadece işine odaklanıp görevini yerine getiriyor. Nitekim ikinci Kaptan Amerika filminde de ağırbaşlılığından taviz vermediğini görmek, sergilediği vasfın çizgisellik açısından değişmez bir etmen olarak kalmasını sağlıyor ve ayrıca gelecek neferlerine de önderlik ediyor. 

Community gibi bir televizyon başyapıtına imza atmış Russo kardeşler, bir diğer ikili olan ve aynı zamanda ilk filmin de senaryosunu yazan Christopher Markus ve Stephen McFeely ile ortaklaşa çalışıp merak uçuklatıcı unsurlarla ve gizem öğeleriyle bezeli bir senaryoyu, popcornluk bir Marvel filmi profiline meydan okurcasına, inanılmaz akıcı bir şekilde, akıllıca işliyor. S.H.I.E.L.D.'ın güvenilirliğini kaybettiğini öğrenmek, HYDRA'nın gücünün nelere kadir olabileceğini düşünüp tartmak, Anthony Pierce'ın iyi adam mı kötü adamı olduğu üzerinde kafa yormak, Nick Fury (Samuel L. Jackson)'nin kaderini sorgulamak, nadiren ekrana gelen ve baştan sona kendisinden bahsedilen Kış Askeri (Sebastian Stan)'nin kim olduğunu öğrenmekten öte, maskeyle kapattığı yüzünün tamamını net bir şekilde görebilmeyi arzulamak; işte bunlar, sadece iyi bir süper kahraman değil, iyi bir filmde olması gereken mutlak özelliklerdir. Film boyunca bitmek bilmez merak unsuru, asla peşimizi bırakmıyor, jenerikler boy gösterirken bile. "Hiç kimseye güvenme" mottosu burada ustaca işliyor ve sanki aksiyon arkaplana atılmış hissiyatı seyirciye aşılanırken biz de -nasıl desem- bir Sherlock Holmes gezintisine eşlik ediyoruz, bunu yaparken bol bol düşünüyoruz. Üstüne eklenen kaliteli aksiyon sekansları da işin tuzu, biberi oluyor.


Captain America: The Winter Soldier'ın konusu şöyle: S.H.I.E.L.D. savaştan sonra ilk kurulduğu yıllarda bünyesine yararı dokunacağı sanılan birçok bilimadamını, dost düşman, arasına katmıştır. Ne var ki, 70 yıllık süreç içerisinde Nazi bilimcilerin öncülük ettiği paralel örgüt HYDRA, S.H.I.E.L.D.'ın arasına sızmayı başarmış, hatta daha ötesi, başındaki isim dahil olmak üzere çalışanların yarısını kendi taraftarları hâline getirmiştir. Yıllardır emek verdikleri "Algı Projesi" adındaki projeleri tamamlanmış, kullanılmaya hazır pozisyondadır. Algı Projesi'ni kullanarak yeryüzündeki bütün insanların profili çıkarılmakta; geçmişi, tecrübesi, düşüncesi ve tavrı göz önünde bulundurularak gelecekteki eylemlerini ön görebilmek, tehdit henüz büyümemişken ortadan kaldırmaya yarıyor. Tabii bu, görünen kısım. Asıl hedef, tehlike olsun olmasın, yoluna çıkanları temizlemek. Bu korkunç plandan haberi olanlar imha ediliyor. Nick Fury olayı öğreniyor ve Kaptan Amerika'ya söylemek zorunda kalıyor ve ona bir USB bellek verip "kimseye güvenme" diye tembihliyor. Kaptanımız ise hâlâ yaşananları anlamakla uğraşırken içinde bulunduğu ortamdan mecburiyetle ayrılıyor ve -şansa bakın ki- Kara Dul (Scarlet Johansson) ile karşılaşıyor. Bu noktadan sonra ikili beraber çalışıp sis perdesini aralamaya koyuluyorlar. Tam bu noktada araya kimliği belirsiz, hayalet suikastçi Kış Askeri giriyor.

İfade ettiğim üzere, bilgisayar efekti yerine akılcı ve şüpheci senaryosuna sırtını dayayan filmin dövüş sahneleri de takdire şayan. Kaptan Amerika'nın diğer arkadaşları gibi doğaüstü güçleri yok. Sadece kalkanı var, etrafa fırlatıp duruyor. Hâliyle, ağzımızı açık bırakacak kadar muazzam bir kavga beklememiz biraz hayal olur, en azından ben öyle düşünmüştüm. Ne mutlu biz seyircilere ki, bu konuda bayağı yanıldığımı itiraf etmeliyim zirâ aksiyon sekansları gerçekten şaşırtıcılığını hâlen korur vaziyette, hatta Thor ve Iron Man'deki zorlama sahnelere nazaran daha keyifli, daha akrobatik, kıran kırana. Koreografiler ilk filme göre tavan yapmış. Açıkçası fiziksel dövüşlerin, birçok şey görmüş günümüz seyircisinin bile gözlerini bu denli dikkatle üzerine çekmesi, tek kelimeyle müthiş. Final sekansında CGI'a abanıldığı sıkça görülse de, olacak o kadar deyip işi tatlıya bağlayalım. Captain America: The Winter Soldier'ın sevabı, günahlarını unutturacak kadar değerli ve böylelikle, kalabalık Nisan ayı içerisinde izlenesi filmler arasında üst basamaklarda.


+ Akılcı senaryo.

+ Zorlama değil.

+ Harika aksiyon sekansları.

+ Robert Redford. 

+ Şüphe.

- Kara Dul'un solo filmi çıksın mümkünse, sahne hırsızlığı bir yere kadar.

- Ne idüğü belirsiz 'konsey' aşırı gereksiz.



CAPTAIN AMERICA: THE WINTER SOLDIER (2014)
8,5/10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder