Sam Raimi'nin Spiderman'inden henüz sadece beş yıllık kısa bir zaman geçmesine karşın, uzun metraj sinema sahnesine kısmen beğeni toplayan 500 Days of Summer ile ayak basan Marc Webb'e verilen yeni Spider-Man projesi, adının başına "İnanılmaz" takısını getirerek 2012'de vizyona girmişti. Webb'in Spiderman'e herhangi açıdan yeni bir felsefi, fizikî, ruhî yaklaşım veya devrimsel tanımlamalar getirdiği söylenemez, tıpkı görevinde başarısız olduğu türevi söylemler gibi. 'Eski' üçlemeye nazaran birtakım değişiklikler beklediğimiz doğrudur, beklentiler de yükseklerdeydi. Nitekim Tobey Maguire'ın da sürekli ağlayıp zırlayan zevalinden gına gelmişti. Yeni üçlemenin başardığı ve hâlâ başarmaya devam ettiği en güzel şey, belki de ana kahramanın çok daha sempatik, şakacı, en önemlisi de çizgi romana yakın bir duruşa sahip olması. Bu konuda iyi iş çıkardılar. Diğer alanlarda ise radikal değişimler göremesek de The Amazing Spider-Man eğlenceliydi, aksiyon doluydu, orijin hikâyesine atıfta bulunmak açısından naçizane fırsat idi. Ardından gelen devam filmi ise, doğal olarak, daha geniş bir hikâye ve bilumum karakterler ile bezeli iddialı bir yapıt.
CAPTAIN AMERICA: THE WINTER SOLDIER (Eleştiri)
XXI. yüzyılda ağırlığını hissettiren ve geçtiğimiz son 5 yılda en parlak dönemine erişen süper kahraman temalı eserler, özellikle sinemanın katkısı sayesinde, günlük yaşantımızda kalıcı yer edindiler hiç şüphesiz ki. Geniş çaplı kitlelere hitap eden popüler kültür oyuncakları herkesin işine geliyor; seyircinin, sinemacının, okuyucunun, yazarın, en önemlisi de sermaye sahiplerine, yani kapitalizm için de kazan-kazan durumu. Kapitalizmin zararları yahut süper kahraman patlamasından uzun uzadıya bahsetmeyeceğim, o yüzden sade cümlelerle ifade ediyorum. Kabul edelim, artık öyle bir noktadayız ki para babaları bize soyulacak tavuk gözüyle bakıp ona göre hareket etmekten başlarını kaldırmıyor. Reklam aracılığıyla yüceltilen, bize sunulan ürünü alıyoruz. İşin garip yanı, çoğumuz haberdar mevz-u bahis kısır döngüden. Yine de alıyoruz, çünkü merak ediyoruz. Popülarite araçları karşısında iradesizlik içinde kapıldığımız merak duygusu, kapitalizmin yoğun çabaları neticesinde kafalarda çoktan şekillendi, nihai amaçlarına ulaştılar. Merak etmekten kendimizi alıkoyamayıp, sinema özelinde gidersek, ortada ne kadar şatafatlı, pohpohlanmış film varsa seyretme ihtiyacı duyuyoruz. Yapımcılar ve sözümona yönetmenler de pekâlâ farkındalar ki, kimi zaman megalomal esintilerle, filme hiçbir şey katmadan, ne senaryo, ne kurgu, ne oyunculuk; bütün desteklerini yapım şirketinden ve eserin adından alıp artık her CGI illetine razı gelen seyirciye kakalıyor. Buna en güzel örnek, yakın zamanda görücüye çıkan ve Kaptan Amerika ile kolayca bağdaştırabileceğimiz bir arkaplana sahip Thor: The Dark World veya Iron Man 3 olarak verilebilir. Tamamen boş bir 'sinema' eserinin ne kadar kişi çekebildiğini, ne kadar büyük miktarda para kaldırabildiğine hepimiz şahit olduk... Her şeye rağmen, bazen öyle filmler çıkıveriyor ki, süper kahraman konvansiyonelinden defalarca nasibini alanları bile şaşkına uğratmayı başarıyor; misal, Captan America: The Winter Soldier.
GAME OF THRONES: 4. Sezon 1. Bölüm (İnceleme)
Neredeyse bir yıllık aradan sonra, nihayet Westeros'un entrika, savaş, ölüm, politika dolu fantastik dünyasına geri dönüyoruz. Geçen sezonun sonuna doğru, çok hazin bir hadise yaşanmıştı hatırlarsanız. Kırmızı Düğün adıyla hafızalara kazınan bölümde Stark Hanesi, Lannisterlar tarafından, Freyler aracılığıyla adeta soykırıma tabii tutulmuştu; himayesindekilerin "Kuzeyin Kralı" lakabıyla hitap ettiği Robb ve annesi Catelyn başta olmak üzere nice Stark üyeleri öldürülmüş, cesetleri de ya hanenin simgesi olan kurtla birleştirilmiş ya da nehre atılmıştı. Katliamın hemen ardından gelen, Daenarys'in solo bölümü sayılabilecek sezon finaliyle bile, hâlâ olayın şokunu atlatamamış biz seyirciler, yeni sezonu iple çekerken, diğer yandan lânet ediyorduk. Dizi elbette burada bitecek değildi. Game of Thrones, son on yılın en çok izlenen ilk üç TV yapımından biri, getirisi tahmin edebildiğinizden çok daha fazla. Üstelik, kitapların yazarı George R.R. Martin, karakterlerini öldürmeyi seviyor, malum, bunu yaparken, okurlarının düşüncelerini arka plana attığı da görülmüyor değil. En büyük dileğimiz, 66 yaşındaki yazarın, serinin sonunu getirmeden hayata gözlerini yummaması...
A HISTORY OF VIOLENCE (Eleştiri)
Küçük bir kasabadaki kahve dükkânında çalışan Tom Stall, gece dükkânı kapatıp eve gitmeye koyulurken iki adam gelir. Adamlar üstü kapalı konuşur, olanlardan anlam çıkaramayan Tom'un suskunluğu karşısında silahlarını çeker, yanda oturan kadına niyetlerini belli etmek adına çirkin şeyler yapacakları esnada Tom, boşluktan faydalanır ve kendisine silah doğrultanları etkisiz hâle getirir. Ardından, şehirde kahraman ilan edilir, televizyona çıkar, gazeteye manşet olur, muhabirler peşini bırakmaz. Bu olaydan birkaç gün sonra yine birkaç adam gelir ve ona "Joey" şeklinde hitap ederler, tehdit edip ayrılırlar. Bundan sonrası ise, bildiğimiz Hitchcock -Cronenberg karışımı, ardı arkası kesilmeyen, dudak uçuklatıcı gizem...
THE WALKING DEAD: 4. Sezon (İnceleme)
(Spoiler içerir)
Aslında The Walking Dead, 2004'te, ilk çıktığı yıllarda -tabiri caizse- kimsenin umrunda olmadığı, hatta zombi saçmalığı diye kötülediği, yüzüne bakmadığı bir çizgi roman serisidir. AMC'nin, dizi haklarını resmen satın aldığını, çizgi romanı TV'ye aktaracağını duyurduğu 4-5 sene öncesine kadar anca kendi çapında bir kitle edinmişti seri. Öyle ki koskoca AMC bile, dizinin fazla seyirci çekmeyeceğini düşünerek, yüksek maliyetten de biraz tasarruf etmek, riske girmemek adına sadece 6 bölümlük bir pilot sezonu ayarlamıştı. Ancak TV'de, ekran başına geçtiği ilk dönemde reyting canavarına dönüşüverdi ve kısa zamanda dünyanın en popüler seyirliği oluverdi. Başarının asıl sırrı, zombilerin popüler kültürde göz ardı edilmeyecek yükselişte olmaları ve böyle bir projenin televizyonda ilk kez denenmesi (eminim ki TWD yerine en dandik zombili yapım bile ilgileri üzerine çekebilirdi o günlerde, hâlen de işe yarayabilir). İkinci nedeni ise deneyimli, öngörülü yapımcılarla, senaristlerle çalışılmış olmasının getirdiği avantaj; çizgi romanı diziye adapte etmek pek kolay değil hâliyle. Son olarak, AMC'nin okyanus aşırı ülkelere kadar yaymayı başardığı reklam politikasını da unutmayalım.
DA VINCI'S DEMONS: 2. Sezon 2. Bölüm (İnceleme)
Da Vinci's Demons'ın geçen haftaki finali için sürpriz, şaşırtıcı veya "gelecek haftayı iple çekmenize neden olacak" türden sıfatların herhângi biri yakışık kalmazdı; Lorenzo'nun ne kadar aksi olduğunu ve Da Vinci'nin ne zaman hayata gözlerini yumduğunu tarih kitaplarından biliyoruz. Dolayısıyla ilk yarısı hızlı, tempolu, isyanlı geçerken ikinci yarı ivmenin fren yaptığı ikinci sezon prömiyerinden hemen sonra, bu hafta gelen yeni bölümü delice beklememiz için pek sebep yoktu, eminim ki -eğer haftada 3-4 dizi izleyen biriyseniz- diğer diziler arasında unuttuğunuz bazı yerleri de çıkıvermiştir. Gelgelelim ki her yeni Da Vinci's Demons bölümünde aynı güzel hadiseyi yaşıyoruz: 1 hafta ara verdiğimiz hikâyeye, olaylara, kişilere, Floransa'ya, Rönesans döneminin başlarına geri dönüyoruz, üstelik ilk dakikadan itibaren. Yazarları bu konuda tebrik etmemek elde değil. Evet, ikinci yarıda tıkandıkları oluyor birçok bölümde, fakat seyirciyi, jenerikten hemen sonrası için gelecek dakikalara hazır konuma getirip hikâyeye çabucak adapte olmasını sağlıyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)