Spoiler içerir
UNDER THE DOME
S01E11
Bu bölümde, "bölüm geçsin de bitsin" amaçlı yan hikâyelerin dışında, olayların akışını ve dizinin geleceğini değiştiren iki şey oldu: Barbie'nin firarı ve dertli Kubbe'nin gönderdiği mesaj.
Barbie üzerinden gidersek, Maxine karakteri bundan daha fazla sinir bozucu olamazdı herhâlde. Senaristler, seyirciyi karakterden tamamen nefret ettirmek için Max'i kötü kalpli, acımasız, zalim ve kimsenin kendisine sevgi beslemeyeceği biri olarak kaleme almışlar; gelgelelim bunu yaparken biraz zorlamışlar. Karakterin her yeri buram buram amatör senaryo kokuyor. Uyduruk jest ve mimikler de cabası.
Neyse, öldüğüne sevindik. Ama sevincimiz kısa sürmedi. Barbie'nin dediği gibi gücü elinde tutmayı seven Big Jim, Barbie'yi haksız çıkarmadı; Max'ı ve Otto'yu vurdu. Salaklık yapıp iki adım daha adım atmasına izin vermese Dale'ı da vuracaktı. Gerisini biliyorsunuz.
Barbie'nin bundan sonraki storyline'ını merak ediyorum. Nereye kaçacak, ne yapacak, nasıl yaşayıp kendini savunacak? Ve sözümona hükûmet nasıl bir strateji izleyecek?
Dodee'nin radyoda duydukları çok ilginçti. Barbie'nin Kubbe'nin altında olduğunu biliyorlar ve "Aradığımız adam O" dediler. Ne anlama geldiğini gerçekten bilmiyorum ve en ufak fikrim yok maalesef. İzleyip göreceğiz, iki bölüm kaldı zaten şunun şurasında.
Bölümdeki en büyük soru işareti süphesiz fırtınanın niçin ortaya çıkıp niçin dindiği idi. Kubbe'nin bu kötü hava olayına sebep olduğunu biliyoruz ama neden böyle bir şey yaptı; Julia vurulduğu için mi yoksa Junior gruptan ayrıldığı için mi? Barbie'nin bir hayat daha kurtardığı için mi fırtına dindi yoksa Junior, Angie ile son anda barıştığı için mi? Bence asıl sebep, Julia az kalsın gözlerini yumacaktı, onun için Kubbe kızdı. Sekizinci bölümü hatırlayalım. Bebek doğdu, Norrie'nin annesi öldü. Burada mesaj açık: Birisi ölecekse yeni bir insan dünyâya gelmeli yahut bir çocuk doğacaksa başka birisi dünyâya veda etmeli. Dolayısıyla, Julia ölseydi Chester's Mill'in nüfusu bir eksilecekti ve Kubbe buna kızacaktı.
Belki de ben yanılıyorum. Çünkü Dondee kardeşler de ölmüştü, öldürülmüştü daha doğrusu. Belki Kubbe, suçluları içinde barındırmak istemiyordur ve masumlar öldüğünde üzülüyordur. Gayet olası.
"Suçlu" demişken asıl en büyük suçlu Big Jim. Kubbe bile onun ölmesini istiyor ancak grupta Jim'in oğlu sosyopat Junior var! Onu geçtim, Jim t*şaklı adam, onu alaşağı etmek çok zor olacaktır. Ya da Jim uzaylıdır, O indirmiştir Kubbe'yi! Her şeyin sorumlusu O'dur. Olamaz mı?
Bölümdeki en büyük soru işareti süphesiz fırtınanın niçin ortaya çıkıp niçin dindiği idi. Kubbe'nin bu kötü hava olayına sebep olduğunu biliyoruz ama neden böyle bir şey yaptı; Julia vurulduğu için mi yoksa Junior gruptan ayrıldığı için mi? Barbie'nin bir hayat daha kurtardığı için mi fırtına dindi yoksa Junior, Angie ile son anda barıştığı için mi? Bence asıl sebep, Julia az kalsın gözlerini yumacaktı, onun için Kubbe kızdı. Sekizinci bölümü hatırlayalım. Bebek doğdu, Norrie'nin annesi öldü. Burada mesaj açık: Birisi ölecekse yeni bir insan dünyâya gelmeli yahut bir çocuk doğacaksa başka birisi dünyâya veda etmeli. Dolayısıyla, Julia ölseydi Chester's Mill'in nüfusu bir eksilecekti ve Kubbe buna kızacaktı.
Belki de ben yanılıyorum. Çünkü Dondee kardeşler de ölmüştü, öldürülmüştü daha doğrusu. Belki Kubbe, suçluları içinde barındırmak istemiyordur ve masumlar öldüğünde üzülüyordur. Gayet olası.
"Suçlu" demişken asıl en büyük suçlu Big Jim. Kubbe bile onun ölmesini istiyor ancak grupta Jim'in oğlu sosyopat Junior var! Onu geçtim, Jim t*şaklı adam, onu alaşağı etmek çok zor olacaktır. Ya da Jim uzaylıdır, O indirmiştir Kubbe'yi! Her şeyin sorumlusu O'dur. Olamaz mı?
HELL ON WHEELS
S03E05
Hell on Wheels, CNBC-e sayesinde keşfettiğim bir diziydi, ilk sezonundan beri izlerim. Bu bölüm normal bir Hell on Wheels bölümüydü ama genel olarak konuşacağım.
Üç yıldır ne konsepti, ne karakterleri, ne hikâyesi ne de pempe dizi özelliği değişmeyen çok nadir dizilerden birini izliyorum. Aynı olaylar, kavgalar, hesaplaşmalar ısıtıp kaynatılıp evirip çevirip önümüze koyuluyor. Olmuyor efendim, gerçekten olmuyor artık. Böyle western olmaz olsun. İkinci sezon zor dayanmıştım; hatta dördüncü bölümde diziyi bırakmıştım. Sonra, aptal kafam, sezon sona erince kalan altı bölümü de silip süpürmüştüm.
Şimdi üçüncü sezondayım. Bırakmak istesem bile bırakamam ki! İçim rahat etmez. O kadar yol gelmişim, yirmi saatimi ayırmışım. Hayır, ayrılamam Hell on Wheels'dan. Ne kadar pembe dizi de olsa. Evet, pembe dizi. Çünkü birinci sezonu fırtına gibi geçen dizinin ikinci sezonunun ilk bölümünden beri western özelliğini kaybedip soap operaya döndüğünü anlamamak için körden öte, beyinsiz olmak lâzım. Bu durumdan iyice sıkıldığımı belirterek bölümde yaşananlara geçeyim.
Yirmi beşinci bölüm, görmeye alıştığımız Haydi Elam'ın baba yönünü ön plâna çıkaralım, o da insan zihniyeti ile ele alınmış, ne artısı ne eksisi olan normal bir bölüm. Bölümün başından sonuna bebeği arayan Bohannon & Ferguson ikilisi, şu anda diziyi izleyen tüm seyircilerin sevdiği tek ortak nokta. Yapımcılar da bu durumun farkında ki; geçen sezona nazaran ikiliyi berâber göstermek için büyük çaba sarf ediyorlar.
Thomas Durant, sinsi bir şeytan. Elam'ın bebeğini bulana para vereceğim deyince herkesin gözü döndü, Elam bile teşekkür etti eski patronuna. Lâkin bu işte bir terslik olduğunu hem biz hem de yeni Demiryolu Müdürü Cullen Bohannon sezdi. Durant niçin yardım etsin zencinin bebeğine? Sean, Durant'in yanında ne arıyor? Bir şeyler plânladığı kesin ve bir-iki bölüm içinde detaylarını öğreneceğiz. Büyük ihtimalle asıl darbe, sezon finalinde gelecek.
Dizide asabımı bozan, din propagandasına sık sık başvurulması. Artık eminim. Her bölümde İncil'den alıntılar yapılması, en az bir defâ kilisenin gözümüze sokulması, tüm karakterlerin dinî yanının olması, İsveçli'nin bile dindar hâle gelmesi... "Hristiyanlık süper" demeye mi getiriyorsunuz lafı, anlamadım. Eğer öyle bir amacınız yoksa, inanılmaz sıkıcısınız sayın yapımcılar.
Ruth ve Eva'nın sahnesinde Robin McLeavy'nin sergilediği perfomansı çok beğendim. Bu sene kendisine daha çok iş düşüyor. Bir Emmy adaylığı beklenebilir mi?
İsveçli... Başımızın tacı. Şu an için tek ilgi çekici karakter, üç sezondur değişmedi. Daima başı sıkışan, popüler kültürde "Butt Monkey" tanımına uyan biri. Butt Monkey kısaca, başından hep kötü şeyler geçen, salakça şakalara, zorbalıklara, kabadayılıklara maruz kalan dizi karakterine denir. Sanki arkalarında "kick me/tekmele beni" yazan bir kâğıtla dolaşırlar. Bu tiplere örnek olarak Jesse Pinkman (Breaking Bad), Peter Rumancek (Hemlock Grove), Joey Quinn (Dexter) vs. gösterebiliriz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder