Mimik adı verilen uzaylılar, Avrupa’dan başlayıp dünyayı istilaya koyulunca karşılık vermek zorunda kalan ülkeler birleşip United Defense Force’u kurmuşlar, mekalar yaratıp askerlere giydirmişlerdir. Mekaların icadına dek savaşı kazanan Mimikler, püskürtülmeye başlanmıştır. Fransa’da düşmanı bitirmeye yönelik topyekûn bir saldırı kararı alan UDF, rütbesine rağmen hayatında bir kere bile savaş yüzü görmeyen, Mekaları pazarlayıp savaşa katılma propagandası yapan ekran yüzü Binbaşı Bill Cage’i (Tom Cruise) ön cepheye gönderecektir. Cage, bu durumu kabullenemeyince komutanını tehdit eder ve cezasını, gemide ‘kaçak’ sıfatıyla dolaşarak ve ertesi sabah öleceğini bilerek çeker. Fakat savaş alanında ölür ölmez, gemide uyanacaktır. Ölür, uyanır, ölür, uyanır, ölür, uyanır, ölür, uyanır… Bu sonsuz döngüyü yok etmenin tek yolunu, bir zamanlar kendisinde de aynı özelliği taşıyan ve yine Binbaşı Cage gibi reklam yüzü olan, ancak ondan farklı olarak kıdemli bir çavuş rütbesi taşıyan gerçek bir askerde, Rita’da (Emily Blunt) bulur. Binbaşı ve Çavuş, kısır döngüyü sonlandırmak adına Omega denen yapıyı yok etmek için birlikte çalışmaya başlar.
Edge of Tomorrow, bitmek bilmez bir enerjiye sahip. Yaşa-Öl-Tekrar et devir daimi sağ olsun, sahneleri tekrar tekrar yaşarken bile sıkılmıyorsunuz, çünkü her defasında daha bilinçlenen Bill Cage, çıkış yolu aramak adına türlü türlü yollar deniyor: Bill Paxton’ın ustaca canlandırdığı kıl çavuş’a derdini anlatmaya çalışıyor, deli damgası yiyor, kaçak konumunda olduğundan dolayı mevkidaşları da yanına yaklaştırmıyor. Neyse ki Rita’yı bulduğunda içinde bulunduğu vazifeyi anlıyor, antrenmana başlıyor, oradan savaş alanına, ve final noktasına, Omega’ya. Tabii tüm bunları bir kerede yapmıyor, işin güzelliği burada! Örneğin Rita’yı buluyor, konuşuyor, ancak sonraki sabah ölüyor, yeniden uyanıyor, yeniden Rita’yı bulup konuşuyor, yaptıklarına ek olarak savaş alanında biraz ilerleyip tekrar ölüyor, uyanıyor, bu sefer Rita’ya Mimiklerin hangi yönden çıkacağını, nasıl karşılık vereceklerini belirtip taktik belirliyorlar. Altın kural ise: Yaralanırsan, ne yapıp et, kendini mutlaka öldür –ki gün resetlensin. Bu vesileyle film, komedi unsurlarını da dozunu abartmadan kullanabiliyor. Örneğin; kahramanımız idman alanında ayağını incitiyor, bunun üzerinde Rita gelip kafasını uçuruyor…
Sırasıyla Vanilla Sky (2001), Minority Report (2002), War of the Worlds (2005), Oblivion (2013) ve en son olarak Edge of Tomorrow ile Tom Cruise’un bilimkurgu kariyerinin -çıtayı zaman zaman düşürse de- momentum kaybetmeden dengeli bir yol izlediğini görmek mümkün. Geçen seneki Oblivion (eleştirisini Kutsal Sinema’da okuyabilirsiniz) ufak defolarının dışında kaliteli bir bilimkurguydu (Edge of Tomorrow’la kıyaslamak biraz absürd olur; zirâ Oblivion daha ‘light’ ve basit kaçmakta). Velhasılkelâm, tüm zamanların en çok kazanan aktörü, aynı zamanda en büyük film yıldızlarından bir tanesi; Oscar’ı olsun olmasın, hiç önemli değil, eğlendirmeyi, güldürmeyi, yer aldığı filmi taşımayı hâlâ başarıyor. Öte yandan Emily Blunt açısından tadından yenmez bir fırsat sunuyor film. The Adjustment Bureu’da Matt Damon, Looper’da Joseph Gordon-Levitt ile takımlaşan (filmde her ne kadar kendini izole etmeyi amaçlasa da) son dönemin öne çıkan isimlerinden biri olan İngiliz aktris, Tom Cruise ile diğer ortaklıklarına kıyasla daha verimli bir ikili görünümünde.
Filmle ilgili tek kusur (merak etmeyin “3D şöyleymiş, yok böyleymiş” saçmalığına değinmeyeceğim), orijinal başlayan ve uzun süre öyle ilerleyen bir bilimkurgudan beklenmedik bir klişe final ile seyirciye veda etmesi. Yanlış anlaşılmasın, o kadar kötü değil. Demem o ki, Tom Cruise öldürülmesi sahiden zor biri… Ayrıca, olaya biraz ara verilip Bill Cage-Rita ilişkisine de daha fazla derinlik katılsa fena olmazmış, kimyaları birbirine uyan kusursuz ikililer arasına adını yazdırmaları işten bile değildi öbür türlü.
Bir hava durumcunun her gün aynı sabahı, aynı akşamı, aynı geceyi yaşadığı Groundhog Day’in hikâyesine paralel olarak Hiroshi Sakurazaka’nın All You Need Is Kill romanından uyarlanarak resmedilen post-apokaliptik bir dünyada vuku bulan Edge of Tomorrow, tam anlamıyla bir hardcore sci-fi, diğer deyişle bilimkurgunun da bilimkurgusu. Bunun yanında, hızlı hikâye akışı, sürükleyiciliği, farklı bir takım bakış açılarını bünyesinde barındırması itibariyle de her izleyicinin dikkatini çekecek türden. Aksiyon kuvvetli, muziplik ayarında, senaryo yenilikçi, hem görsel hem işitsel kurgu dört dörtlük, Tom Cruise ve Emily Blunt en iyisinde; e daha n’olsun? Hazır sinemadayken ve hayal kırıklığı yaşatacak bir dolu blockbuster servis edilmeye hazır, müşterileri beklerken, beklentinizin bir hayli üzerinde çıkması pek muhtemel Edge of Tomorrow’u gidin görün, benden söylemesi…
+ Akıllı senaryo.
+ Bitirim ikili.
+ Ayarı yerinde gülünç noktalar.
+ Ses kurgusu ve miksajı Oscar'ı hak ediyor.
- Ölümsüz Tom Cruise, tam bir Amerikan kahramanı!
EDGE OF TOMORROW (2014)
9/10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder