Steven Spielberg, 1957 yılında ABD sınırları içinde yakalanan Sovyetler Birliği casusunu, adalet sisteminin en üst düzey makamları dahil bütün ülkenin karşı çıkmasına rağmen canını dişine takıp savunan avukat Donovan’ın (Tom Hanks) hikâyesinin diğer hikâyesini anlattığı güzel insanların arasında bir yeri olduğunu düşünmüş olmalı ki, sinema birikimini üzerine yığdığı Bridge of Spies’ı güvenilir yoldaşı Tom Hanks ile hayata geçirmiş. Spielberg’in henüz hikâyeyi tam bilmemesine rağmen bir yönetmen olarak sevdiği tüm elementlerin bir arada bulunduğunu ifade edişini belirtelim. ABD’nin yakın tarihini konu alan eserlerde birlikte çalışan ikilinin, Bridge of Spies’da büyük tutkuyla vazifelerini yerine getirdiklerinden kuşkunuz olmaması adına söylemekte fayda var.
Bridge of Spies esasında tam ortadan bölünmekte. Filmin dayanağını oluşturan giriş, gelişme ve yargı süreci New York’ta, asıl tansiyonu yükselten fiyakalı kapanış ise Batı ve Doğu Berlin’de vuku bulmakta. Hükûmet, Casus Rudolf Abel’ı (Mark Rylance) elektrikli sandalyeden kurtaran Donovan aracılığıyla Soğuk Savaşın en sıcak döneminde Ruslarca ele geçirilen Amerikan casusu Powers ile takas etmesini ister. Görüşme kayıt dışı tutulacak, taraflar gerçek kimliklerini açıklamayacak ve bir şeyler ters giderse sorumluluk üstlenen bir kurum bulunmayacaktır. Başladığı işi bitirmeyi kafasına koyan Donovan işi kabul eder etmesine ama aklında her şeyi zora sokacak başka bir plan daha vardır.
Hikâyenin kompleks olduğunu söylemek yanlış olur. Buna rağmen nasıl yaklaşık iki buçuk saatin su gibi aktığının sırrı, jenerikteki isimlerde saklı. Coen kardeşlerin (Ethan & Joel), Matt Charman’ın hazırlamış olduğu senaryoya sihirli elleriyle rötuş yaptığı, hayal gücünü genişlettiği biliniyor. Coen kardeşlerin senaryoya bezediği dokunuşları çok açık ve Bridge of Spies gibi her sahnesinin dikkatle irdelenmesi gereken bir yapımda tartışmaya yol açmadan, hikâyeyi anlatma yetisini ve estetiği kaybetmeden klâsik antogonist-protagonist çizgisinden sıyrılıp şüpheci düşünmeyi seyiriciye aşılamayı, günümüzde en fazla bir elin parmakları kadar sinemacı tamamen becerebilirdi. Onlardan ikisini bu filmde, Spielberg’in yanında görmek her gün karşımıza çıkan bir şey olmasa gerek. Fakat tüm bunların altında, Coen kardeşlerin filmlerinde sıkça gördüğümüz zaman kavramının Bridge of Spies’da da biraz genişletildiğini hissediyoruz. Sadece açılış sekansında yıl gösteriliyor. Ardından ne, ne zaman oluyor; aradan kaç zaman geçmiş, anca gazetelerden ve laf aralarından öğreniliyor ki sinemasal zamanın fazla esnetilmesi, bu kadar gerçekçi bir eserin gerçekçiliğinin sorgulanmasına yol açabiliyor.
Bridge of Spies’da Tom Hanks’in her zamanki oyunculuğunun yanı sıra, tiyatronun tanınan simalarından Mark Rylance’ın tiyatrodaki yeteneğini sinemaya fazlasıyla taşıdığı ve Coen kardeşlerin en ince eleyip sık dokuduğu anlaşılan karakter Rudolf Abel’a hayat vermede eksiksiz bir performans ortaya çıkardığı inkâr edilemez. Bazıları için haklı olarak önemli bir ölçü sayılmasa da, iki oyuncunun da Oscar’a aday olacağı kanaatindeyim.
Bridge of Spies anlatılmaya değer bir hikâyeyi çok doğru bir şekilde sinema kültürüyle buluştursa da bir şaheser değil: Schindler’in Listesi veya Bülbülü Öldürmek beklentisiyle veya kıyaslamasıyla giderseniz yanılgıya düşersiniz (gerçi, 1965'te yapılması beklenen ancak Küba Krizi sebebiyle ertelenen aynı hikâyeyi anlatan filmde Avukat Donovan'ı Gregory Peck'in oynayacak olması, karakterin Atticus Finch figürüne benzetildiğinin tarihî bir kanıtıdır). Fakat hiç şüphesiz, hafızaya kazınacak ve geriye dönüp bakıldığında hatırlanacak Steven Spielberg klâsiklerinden biridir. Yazıyı bitirmeden, Spielberg’in Alman kökenli oluşunun Almanya’da geçen yaklaşık bir saati son derece karanlık ve depresif yaptığını, ama o yılları görmüş geçirmiş usta bir sinemacının ellerinden çıkmasının büyük artı olduğunu ekleyelim.
+ İyi hikâye, doğru anlatım
+ Coen kardeşler
+ Mark Rylance
+ Tarihsel atmosfer
- Zaman yönetimi
8/10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder